Bu Blogda Ara

5 Temmuz 2011 Salı

"Duygusal Zeka Neden IQ'dan Daha Önemlidir? Daniel Goleman Hazırlayan: Gülten TÜRER

Daniel Goleman’ın Hayatı
1946 yılında California, Stockton’ da doğan Amerikalı psikolog ve danışman, özellikle duygusal zekâ (emotional intelligence, EQ) üzerine çalışmalarda bulunmuştur. The New York Times’ da davranış ve beyin bilimleri konularından sorumludur. Makaleleri dünya çapında yayınlanmaktadır. Duygusal zekâ ile ilgili yazdığı kitapları farklı dillerde tercüme edilmiştir. Doktora derecesini aldığı Harward Üniversitesi’nde ders vermiştir. Pyschology Today’in baş editörlüğünü yapmıştır.
Eserleri:
  • With K. R. Speeth: The essential psychotherapies. Theory and practice by the masters New York: New American Library, 1982.
  • Vital Lies, Simple Truths:  the psychology of self deception. New York: Simon and Schuster, 1985.
  • The Mediative Mind: Varieties and Mediative Experience. Los Angeles:J.P. Tarcher, 1988.
  • The Creative Spirit. New York: Plume, 1992.
  • Emotional Intelligence: Why it can matter more than IQ. New York: Bantam Books, 1995.
  • Working With Emotional Intelligence. New York: Bantam Books, 1998.
  • With R. Boyatzis and A. Mckee Primal Leadership: Realizing the Power of Emotional Intelligence, Boston, MA: Harward Bussiness Pres, 2002.
Duygusal Zekâ
Duygusal zekâ var mıdır? Biz bu zekâmızın farkında mıyız? Yaşamımızda ne kadarını kullanıyoruz? Becerilerimizde, karar vermemizde, düşüncemizde, harekete geçmemizde daha da ötesinde hayatımızın neresinde ve ne kadar etkili? Tüm bu sorular Daniel Goleman tarafından etkin bir dille cevaplanıyor ve bilinmeyenin kapısının aralandığı ve kendinizi düşünce ötesinde hissettiğiniz, biyolojik açıklamalarla desteklenmiş fikirleriyle Duygusal Zekâ kitabı okuyanlar için eminim ki gözlemleyebilecekleri farklı bir boyut göstermiştir.
Goleman duygusal zekayı,  “kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi, ve duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilme yetisi" olarak tanımlıyor. Goleman'a göre beynin düşünen parçası, beynin duygusal parçasından ürüyor. Beynin düşünen ve duygusal parçaları genelde yaptığımız her şeyde birlikte çalışıyor ve gerek iş yaşamında gerekse özel yaşamda başarılı ve mutlu olmak, insanların duygusal zekâ becerilerine bağlıdır.
Duygu (emotion) sözcüğünün kökü “motere” dir. Latince “hareket etmek” anlamına gelen fiile "e-" ön eki getirildiğinde anlamı uzaklaşmak. Bu da, her duygunun bir harekete yönelttiği fikrini vermektedir. Tüm duygularımız bizi harekete geçiren ve hedefe ulaşmamızı sağlayan birer araçtır. Biz o aracın kullanımını çok iyi bilirsek, onu en iyi şekilde yönetebilirsek, hedefimize daha başarılı bir şekilde ulaşırız. Goleman'a göre IQ 'nun hayattaki başarıya katkısı en fazla yüzde yirmidir; geri kalan yüzde sekseni belirleyen başka etkenler vardır. Bu başka etkenler bizim çevremiz, sosyal yaşantımız, duygularımız, hissettiklerimiz ve onlara ne kadar gem vurup, ne kadar akışına bıraktığımızla alakalıdır.
Akış, bir kişinin kendindeki beceriyi kendinden geçercesine, kaygıyı, endişeyi, egosunu bir kenara bırakıp sadece o işi yaptıran güçtür. Bu seviyeye erişebilmek, kişinin ancak çok sevdiği bir işi yapmasıyla ve o işte yetenekli olmasıyla gerçekleşebilir. Resim yapmayı örnek alalım. Goleman da kitabında sanat okuluna giden ve sonrasında ressamlığa kadar uzananların hikâyesi ele almıştır. Bu işe para kazanma, meşhur olma hevesiyle girenlerin mezun olduktan sonra başka işlerle uğraştığını, yeteneği olup, resim yapmaktan haz duyanlarınsa başarılı birer ressam olduklarını gözlemlemiştir. Bu kişiler tuval üzerindeyken kendinden geçiyor ve fırça darbelerinin hareketiyle kendi fizyolojilerinin adeta bir bütün olduğu hissine kapılıyorlar. Bu hissi anlıyorum. Çünkü ben de resim yapmayı çok seven ve yaparken kendimi kaybedip dış dünyayla temasını koparanlardanım. Sonuçlarında ise kendimden memnun oluyorum. Sanki ilahi bir el bunu bana yaptırıyormuş gibi huzuru hissediyorum. Demek ki duygusal zekânın o anda tüm bağları koparmasıyla oluşan hedefe varma düşüncesini dahi fark etmeden yapılan iş, performansta gözlemlenen bir artış gösteriyor.
Duygusal zekâya biyolojik olarak yaklaştığımızda ise amigdala ve limbik sistemin varlığıyla karşılaşıyoruz. Amigdala, frontal lob hasarlarından kaynaklanan davranım bozukluğu vakalarında, kişiler daha evvel başarılı, iyi evliliği olan, herkes tarafından sevilen kişiler olmasına rağmen daha sonra, yaşamlarının değiştiği, işlerini kaybettiği, organizasyon, işleri sıraya koyma ve öncelikleri, sebat etme, duygusal durumlara karşı direnç gösterme, zorluklarla mücadele edebilme konularında önceki hallerinden düşük performans göstermişlerdir. Bu da amigdala ve limbik sistemin duygusal zekâdaki önemini bir kez daha ortaya koymuştur.
Yine yapılan araştırmalarda, üniversite giriş sınavlarındaki derece ve okul başarılarında yüksek performans göstermiş, IQ testinden yüksek puan almış duygusal zekâ performansları da düşük olan öğrencilerin okul sonrasındaki performanslarına bakılmış. Beklendiği gibi geniş bir entelektüel ilgi ve yetenekler dizisine sahiptir. Hırslı, üretken, istikrarlı, sebatkâr ve kendi sorunlarını dert etmeyen birisidir. Ayrıca eleştirici, tepeden bakan, titiz, duygularına gem vuran, cinsellik ve duygusal deneyimler konusunda tutuk, kendini açmayan, mesafeli, duygusallık açısından ise kaygısız ve soğuktur.
Buna karşılık, duygusal zekâsı yüksek olanlarda ise sosyal açıdan dengeli, dışa dönük ve neşeli, korkaklığa ve derin düşünmeye yatkınlığı olmayan kimselerdir. İnsanlara ve davalara bağlanma, sorumluluk alma, etik bir görüşe sahip olma özellikleri dikkat çeker. İlişkilerinde başkalarına karşı sevecen ve ilgilidirler. Kendileriyle, başkalarıyla ve yaşadıkları sosyal dünyayla barışıktırlar.
Bu araştırmadan anlaşılacağı gibi duygusal zekâ, bizim hayatımızı yaşanır hale getirmek için işliyor ve doğuştan gelen ve çevrenin etkisiyle geliştirdiğimiz IQ birleşiyor. İçten gelen ve bizim IQ muzun kullanım kılavuzu olan, bizi engelleyen, teşvik eden duygusal zekâmız, sahip olduğumuz değerleri sistemli bir şekilde yönetmemizi sağlıyor. Nerede, nasıl hareket edeceğimizi, gelen uyarılara karşı nasıl tepkiler vermemiz gerektiğini, zorluklarla mücadele etmemizi ve aldığımız kararları uygulamaya iten gücü sağlıyor.
Goleman kitabında tasalanmanın duygusal zekâyı nasıl saf dışı bıraktığından bahsediyor. Tasalanma, olabilecek aksaklıkların ve bunlara karşı alınacak önlemlerin bir provasıdır. İnsan beynini oyalayan ilerleyen dönemlerinde, fobi, anksiyete, saplantılar, kontrolsüz güdüler olarak karşımıza çıkabilir. Tasalanma gerçekleştirene göre bir anlamda, hayatın tehlikelerine karşı olumlu çözümleri önceden üretmektir. “Tasalar genellikle zihnin gözünde değil, kulağında, yani görüntüler yerine sözcüklerle ifade bulur.” diyor Goleman. Tasalanma öğrenilen bir şeydir. Annelerimiz bizlere nasıl korumacı bir şekilde yaklaşıyorsa, engeller, tehditlere karşı uyarmada bulunuyorlarsa bizde öyle davranmaya başlıyoruz. . Bunlar aslında annelerin tasalanmaları, halk dilinde evhamlarında kaynaklanmaktadır. Eğer patolojik boyuta çekilirse de daha tehlikeli bir hal alıyor. Duygusal zekâmızın bu kadar köreldiği bir güdü, hayatımızı ne kadar da etkiliyor. Evden çıkamama, tasalanma yüzünden hayatı kaçırmamıza neden olan bir şeyde duygusal zekâmızı kullanamıyoruz. Çünkü muhakeme yeteneğimizden o anda mahrum kalıyoruz. IQ seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun bu tarz bir patoloji de bulunan insanların hayatlarından lezzet alamayacak hale gelmesi elbette ki duygusal zekânın yanında IQ seviyesinin önemini kaybettiriyor. Aslında sadece bu örnekten duygusal zekanın IQ dan daha önemli olduğunu anlamamız bile Goleman’ ın çok kuvvetli bir konuyu savunduğunun göstergesidir.
Duygusal zekâ da depresyonu ele alalım. Kendinden nefret eden, küflü bir neşesizlik ile kasvet çökmesi içinde kendini kaybeden, “duvarlar üzerime doğru geliyor, sanki bir beni sıkıyor, nefes alamayacak duruma geliyorum, hayatın tadı ve anlamı kalmadı, kendimi değersiz hissediyorum, kendimi tanıyamıyorum, uyuyamıyorum, yapmam gerekenlerin bir faydası yok, uyuşmuş gibiyim, bir kırılganlık var ama?” gibi sözler sarf etmek ve yabancılaşma duygusunu en derinden şekilde yaşamak, hepsinden beteri insanı boğan bir kaygıya sahip olmak… Bir de zihinsel belirtilere bakalım: “Zihin karışıklığı, dikkati toplayamamak ve bellek kaybı”. Daha sonrasında “dünyanın çivisi çıktı ben niye burada durayım ki, zaten fazlayım” demek ve intihar girişimine kadar giden bir düşünce bozukluğu. Goleman, böylesi derin depresyonlarda hayat felç olur; yeni bir başlangıç yapılamayacağını onların çaresizliğinin farkında bir dille anlatıyor bir dille anlatıyor ve ekliyor depresyonun sadece belirtileri bile hayatı dondurmaya yeter. Zihinsel işlevler artık görevini yapmıyor. Düştüğü durum ayna tutulup gösterilse kendisi bile korkacak hale gelenlerde duygusal zeka aramak sanırım biraz olanaksız. Muhakeme yeteneğini kaybetmiş, kaygı düzeyi yüksek, hayatından zevk alamayan, yeteneklerinin farkına varmak için ilahi bir işarete ihtiyacı varmışçasına umutsuz insanların duygusal zekalarını kullanamadıkları bir gerçek. Yine burada da IQ ve duygusal zeka arasındaki büyük farkı görebilmekteyiz.
Bu kitabı okuyup da Benjamin Franklin’in şu sözü not almaya yoktur: “Öfke hiçbir zaman nedensiz değildir, ama ender olarak iyi bir nedeni vardır.”.Kişilerin en zor kontrol ettikleri duygunun öfke olduğu bulgulanmıştır. Öfkesini kontrol edemeyip, ona yenik düşenler daha sonra yaptıklarının farkına vardıklarında utanç duygusu ve pişmanlıkla savaşmak zorunda kalırlar. Bu da insanları depresyona kadar götürebilen boyuttaki düşünce yıkımını oluşturur. Duygusal zekanın ket vuramadığı öfke anında kişi mantığının dışına çıkar. Duygusal zeka seviyeleri düşük olanlar, trafikte kavga edenler, karısını dövenler, sonrasında neler olabileceğin hesabını yapamayan kişilerdir. Bütün u duygulardan yoksun olanlar ise-pişmanlık, utanma duygusu- psikopat denilen gruptur. Onlar vicdandan mahrumlardır. Yaptıkları dehşet verici şeylere karşı kulp bulurlar ve bundan zevk alarak yaparlar. Hemen hepsinin sonun da ise pişman olmadıklarını görürsünüz. Bu tür bir duygusal zeka yoksunluğunun patolojiyle iç içe geçtiği görülüyor. Anti sosyal kişilerin empatiden yoksun oldukları gözenmiştir. Zarar verdikleri kişinin hissettiklerini anlayamadıklarından dolayı acı vermek onlar için bir şey ifade etmez. Tecavüzcülerin yalanları, “Kadınlar aslında kendilerine zorla sahip olunmasını isterler.”  ve ya “Karşı koyuyorsa aslında naz yapıyordur.”, tacizcilerin ki ise, “Ben çocuğun canını yakmıyorum sadece sevgimi gösteriyorum.” , “Bu da şefkatin başka bir ifadesi” şeklindedir. Kendilerini haklı çıkaran cümleler seçerler. Çünkü haklı olduklarını düşünürler. Çevrelerine zarar verirken empatinin devreden çıkması, onların duygusal döngüsünün bir parçasıdır. Eğer o an empati kurabilseler yaptıkları şeyden rahatsız, huzursuz olurlar. Zarar verdikleri kişilerin, korkması, iğrenmesi, kaçmaya çalışması algılanmaz. Yaptıkları davranışlar kaygı dalgası yaratmadığı için, cezalandırılacakları endişesini taşımazlar. Limbik beyin bozukluğundan kaynaklanan bu tür davranışlar, duygusal zekanın sosyal çevre açıdan da önemini vurgulamaktadır.
İnsanlar daha bebeklik dönemlerinde empati kurmayı öğreniyorlar. Annenin tepkisizliğine ağlayarak cevap vermeleri, güldüklerinde onlarla birlikte gülmeleri, ya da parmağı acıdığı için ağlayan arkadaşlarını görünce annelerinin yanına giderek parmaklarını ağzına götürmeleri onların empati duygusuyla doğduklarını gösteriyor. Annelerin çocuklarının tepkilerini anladıklarını göstermeleri ve buna onların diliyle cevap vermeleri empati gelişimi için çok önemli bir ayrıntı.
Goleman, eğitimcilerin ve araştırmacıların sürekli göz ardı ettiği bir olaya işaret ediyor: Duygusal cehalet, kişinin bir olay karşısında mantığından önce öfkesine yer vermesidir. Günümüz gençliğinde tırmanışa geçen şiddet eğilimi, madde kullanımı, aşırı saldırganlı, empati kuramama, duygusal cehaletin bir getirisi olarak görülüyor. Okullardaki çetelerin, erken yaşta alkol kullanımı, madde kullanımına başlayanların, kızlarda ise hamilelik yaşının 14 e kadar inmesi, cinsel ilişkinin arkadaş baskısı haline gelmesiyle duygusal cehaletin varlığı bir temelde toplanıyor. Bu çocuklar dürtülerinin kontrolüne öyle bir hapsolmuşlar ki, karşılaştıkları olaylarda önce bu dürtülerini tatmin ediyorlar, mantık ise sonra hatta hiç kapılarına uğramıyor. Yetişkin olduklarında ise, kendini kontrol edemediklerinden dolayı işledikleri suçların cezasını çekiyorlar. Ruhsal rahatsızlıkları da yaşadıklarının etkisiyle baş gösterebiliyor. Bu tür sorunların evrensel olduğu, etnik, ırk ve gelir durumuna bağlı olmadığı da araştırmalarla destekleniyor.
Yaşanılan bu tür olaylar gençlerin ruhsal ve fiziksel açıdan ciddi zararlar görmesine neden oluyor. Duygusal zekânın varlığı, yokluğunu ve kullanımı kendi yaşantımızı, sosyal çevreyi ve sorumluluklarımızı etkiliyor. Araştırmalardaki “suç fırtınası” başlığı altında verilen bilgilere göre, gençlerin suç işleme eğilimlerinin yüzdeliğinin artması, duygusal zeka yoksunluğunun bir göstergesi olarak sunuluyor. Toplumun ferahının bu tür vakalarla bozulabileceği ve ahlaki değerlerin günbegün zayıflayarak meşrulaştığı bir ortama doğru gidildiği gözlenmiştir. Gerek medya, gerekse gerçek yaşam hikayelerinden dinlediklerimizde, başta aile yapısındaki değişiklik ve akabinde toplumu etkileyen değişiklik dolayısıyla da çocukları etkiliyor. Genç neslin gelecek ümitlerinin üzerine sünger çekilmesine neden oluyor. Duygusal zekanın önündeki setlerin kaldırılması bir çok problemi çözebilir. Patolojik boyutta da rahatsızlıkların bu engellerden dolayı olduğu düşünülmektedir. Örneğin; depresyon gibi bir hastalığın ya da yeme bozukluklarının duygusal zekanın kullanılamaması, seviyesini düşük olmasından kaynaklandığı belirtiliyor. Gençlerin medyada, hızla trendleşen yaşam stilinden nemalanarak kendini farklı addetmeye çalışması ve bunda başarılı olamamasıyla kaygı düzeyinin artması, duygusal zekanın hem çevresel, biyolojik ve bireysel dayanakların bir birleşimi olduğunu da gösteriyor.
Goleman’ ın bahsettiği gibi duygusal zeka, toplumu ve bireyi her açıdan etkiliyor. Her gün gazetelerdeki 3. sayfa haberlerinin sebebi, biraz da bu açıdan bakılarak düşünülmelidir. Hayatlarını düzene sokarken bu becerilerinden yoksun olmalarının nedeni, toplum olarak ne bütün çocukların öfke yönetiminin ya da anlaşmazlıkları olumlu biçimde çözmenin temel ilkelerini öğrenmesini sağlayabilmiş, ne de empati, dürtü kontrolü ve diğer duygusal yeterlilik esaslarını öğretmeye zahmet etmiş olmamızdır diyor Goleman ve ekliyor, duygusal dersleri öğrenmelerini şansa bırakarak, çocuklarımızın sağlıklı bir duygusal repertuar oluşturmasında beynin yavaş gelişiminin açtığı fırsat penceresini de kapatmış olabiliriz.

Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir.
ARISTO, Nikomakus Etiği

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder