Bu Blogda Ara

5 Temmuz 2011 Salı

"Merhamet ve Metanet" Ken Wilber Hazırlayan: Hacer Çavuş & Zeliha Odabaş

Asıl adı Kenneth Earl Wilber Jr.’dır. 31 Ocak 1949 yılında Oklahoma’da doğmuştur. Amerikan ve Budist bir filozof ve Zen meditasyonu öğrencisi olan yazar, asıl derecesini biyokimya alanında yapmıştır. Bilinçlilik Spektrumu ile başlayan çalışmaları, transpersonel psikoloji alanındaki temel kuramsal çalışmalardan meydana gelmiştir. Yazarın esas olaak çalışmaları integral paradigma alanındadır. İntegral düşünce insan ve evreni anlamak için bilimsel ve ruhsal bakış açılarını biraraya getiren yeni ve gelişen bir harekettir. En ünlü sözcülerinden biri filozof ve psikolog Ken Wilber olan İntegral düşünce integral "beden, zihin, kalp ve ruh ile ilişkili olan" anlamına gelmektedir. 1990'ların sonu ve 2000'de Aurobindo ve Gebser'den etkilenen Ken Wilber "İntegral teori" olarak adlandırdığı kendi İntegral yaklaşımını geliştirmiş ve teorinin geliştirilmesi için bir think-tank olarak çalışan İntegral Enstitü'yü (Integral Institute) kurmuştur.

Ken Wilber'in integral teorisi birbiriyle ilk bakışta çatışan ruhsal, felsefi ve psikolojik teorilerin bu çatışkısının ardında onların gerçekliğin farklı katmanlarını analiz ve tarif etmesiyle ilişkili olduğunu Mevlana Celaleddin Rumi'nin Mesnevisinde de geçen körlerin fili tarifleri hikayesine de atıf yapılmaktadır ve aslında bu farklı öğretilerin hepsinin bir bütünün farklı parçalarını oluşturduğu ana teması etrafında şekillenmiştir.
Filozof Batıni (ezoteric), zahiri (exoteric) kavramlarını aktarım (translation) ve dönüşüm (transformation) kavramlarıyla ifade etmektedir. Aktarımda kişiye, hayatı hakkında düşünmesine yeni bir yol gösteren, iman doktrin veya inanç verilmektedir. Öte yandan aktarımın yardımıyla seçimler yapan bir insan tam bir dönüşüm yaşayabilir. Bu dönüşüm kimlikteki kökten bir dönüşümdür, yani inanan bir insan olmanın ötesinde bilen bir insan olarak yeniden doğmak gibidir. Bu dönüşümde aydınlanmanın ötesinde bir güçlenme sözkonusudur. Wilber’a göre dönüşüm için aktarım gereklidir fakat çok az sayıda insan aktarım olmadan da dönüşüm yaşatabilir.

Yazarın kitaplarından bazıları;
·        Her Şeyin Teorisi: A Theory of Everything: An Integral Vision for Business, Politics, Science, and Spirituality (Shambhala Publications, 2001)
·        Transandantal Sosyoloji: A Sociable God: A Brief Introduction to a Transcendental Sociology, New York: McGraw-Hill, 1983.
·        Merhamet ve Metanet : Grace and Grit: Spirituality and Healing in the Life and Death of Treya Killam Wilber .

Merhamet ve Metanet
Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide gidip gelmek, adeta bir cambaz gibi ustaca, son derece soğukkanlılıkla ve öz acıma olmaksızın… Treya Killam Wilber’ı bu şekilde tanımlamak bence en doğrusu. Eşi Ken Wilber tarafından yazılan Merhamet ve Metanet, gerçek bir aşk hikayesi. Onların aşkı ilk görüşte değil ilk dokunuşta başlamış Treya’nın belirttiği üzere…Ken ile ortak arkadaşları vesilesiyle birbirleriyle tanışan çift iki hafta sonra evlenme kararı alırlar. Evliliklerinin üzerinden sadece on gün geçtiğinde hayatlarını inanılmaz ölçüde değiştiren o haberi alırlar. Treya göğüs kanserine yakalanmıştır. Bu haberle ikisi de derinden sarsılmış ve şok olmuşlardır. Balayı tatillerini tedavi için erteleyip araştırmaya girişmişlerdir. Kanserle yüzleşmesi ve bunu kabullenmesi zaman alan Treya Ken ile daha uzun zaman beraber yaşamak istemektedir çünkü o hayallerindeki ideal eşidir. Bunun için kansere dair tüm tedavileri büyük bir dikkatle incelemeye başlamıştır. Güvendikleri bir doktora danışıp tedaviye başlamışlardır. Bu süreçte Treya ve Ken hayatlarının önceliklerini sorgulamaktaydılar. Kanserin neden Treya’yı bulduğu ve bundan nasıl kurtulacağına dair uzun uzun düşünürler ve hayatlarında radikal kararlar alırlar. Treya yaşama arzusuyla ölümü kabullenme arasındaki kritik dengeye vakıf olmaya çalışmaktadır. Ken de Treya’yı daha çok sevdikçe onun ölüm fikrinden korkuyordu. Budizm’in temel öğretilerinden “Her şey fanidir, her şey geçer, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, hiçbir şey sonsuza kadar varolamaz.” gerçeğiyle yüzleşiyordu.
O yaz Treya hamile kalır. Bu habere çok sevinmiştir ancak doktorlar çocuğun alınmasını isterler. Fakat Treya Ken’den bir çocuk sahibi olma fikrinden vazgeçmek istemez. Tahoe gölü yakınlarında bir ev satın alırlar.Treya’nın taşıdığı kanser türü yüzünden kürtaj alması zorunludur ve çocuk alınır. Bu Treya için tam bir yıkım olmuştur. Ancak kanserden kurtulup tekrar hamile  kalabileceği ümidini taşımaktadır. Yaşadıkları bu travmaların etkilerini indirgemek için tekrar meditasyona başlarlar. Bununla beraber tekrar canlandıklarını hissederler. Bir süre sonra Treya lenf bezlerinin alındığı kolunun şişmiş olduğunu fark eder ve duşta sağ göğsünün altında iki yumru olduğunu hisseder. Doktora gittiklerinde bunun alışılmadık bir kanser tekerrürü olduğu gerçeğiyle karşılaşırlar. Operasyon tarihi kararlaştırılır ve Treya’nın sağ göğsü alınır. Tüm bunlar olurken Ken Treya’nın bu cesaretine hayran olur. Treya’nın sükuneti sürmektedir. Operasyondan sonra yeni bir tekerrürle karşılaşmamak için daha dikkatli bir program yaparlar. Treya özel bir diyet, megavitamin terapisi, meditasyon, visualization ve tasvipler, günlük tutmak ve egzersiz gibi yoğun bir müfredat takip etmektedir. Bu sırada Treya kontrollerine devam etmektedir. Ken ise Treyayı en fazla destekleyen kişidir. Ken bu ağır müfredatı kanserle eğlence olarak tanımlayarak Treya’yı motive etmeye uğraşıyordu. Radyasyon uygulanan bölgede bir tekerrür daha baş gösterir ve doktorlar bunun metastazik bir kanser olduğunda hemfikirlerdir. Treya bu durum karşısında öfke patlamaları yaşar ve kabullenmek istemez. Ken ile yaşadıkları tüm bu olaylar ilişkilerini yıpratmaya başlatmıştır.ikisi de her zamankinden çok birbirlerinin desteğine muhtaçtırlar. Treya’nın kullandığı Adriamycin onun menepoza girmesine ve bundan dolayı da bir daha çocuk sahibi olma ihtimalinin olmamasına sebep olur. Bu durum Treya’yı çok üzer. Treya kemoterapi tedavisine başlamıştır. Bu çok zorlu bir tedavidir. Ken daima yanında olarak eşini destekler ve Treya bunun için Ken’e minnettardır. Ken her an Treya’nın yanında olabilmek için en sevdiği iş olan yazarlığı da bırakmış ve hayatını Treyanın kanserle olan savaşına adamıştır. Tüm bu olanlar Ken’i çok yıpratmış ve onu alkole sürüklemiştir. Dahası x hastalığına yakalanır ve bu onu daha çok hırçın ve depresif bir kişi kılar. Kendi hatalarından ötürü Treya’yı suçlamaya başlar.evliliklerini yeniden yapılandırmak için bir evlilik terapistine giderler ve ilişkilerini bir düzene sokarlar. Bu arada Ken kendine zaman ayırmaya başlamıştır ve Edith adında bir gazeteciyle tanışır. Ken hayatından bahseder ve Edith’le iyi arkadaş olurlar ve psikoterapi ve tinsellikle alakalı bir röportaj yaparlar.
   Treya göğsünde tekrar bir yumru fark etti. Eliyle yumrunun olduğu bölgeyi incelediğinde yumrunun kanser olduğunu anladı. Artık kanserin ne şekilde olduğunu Treya’da Ken’de çok iyi biliyordu. Kanserle beraber geçen 3 yıldan sonra Treya çok değişmişti, hatta yaşadığı bu tekerrüre karşı minnet duyuyordu. Çünkü eğer bu tekerrürü yaşamamış olsaydı, kendindeki içsel değişimin de farkına varamayacaktı. Bu içsel değişimin bir göstergesi de Terry olan ismini Treya olarak değiştirmesiydi. Artık Terry öldü, yeni bir benlik Treya doğdu. Treya’nın ismini değiştirmesindeki büyük etken, artık feminen olmak istemesi, erkeksi bir kılıftan kurtulmaya çalışmasıydı. Treya ismiyle beraber aslında bir çok şeyi değiştirmeye çabalıyordu. Ken’in en çok sevdiği sözünü tekrarlayarak yoluna devam etmeye karar verdi, “Kaderin kurbanı değil, Tanığı olmak”.
Treya kanser ile mücadele ederken tedavinin tıbbı boyutunun yanında ruhi boyutuyla da ilgilenmeye başlamıştı. Psikanalist Frederick Levenson’un “The Causes and Preventetion of Cancer” adlı kitabını okuyordu. Bu kitap Treya’nın kanserin psikolojik nedenlerine dair yeterli bir çalışma olarak gördüğü birkaç kitaptan biriydi. Treya artık kanser pastasının ruhi dilimi üzerine çalışıyordu. Bu dilim %25’lik bir öneme sahip olsa da en can alıcı bölümü oluşturuyordu. Bu kitapta Levenson’un teorisi şöyle açıklanmış; “Eğer insanlar birer yetişkin olarak diğer insanlarla ilişki kurmak konusunda zor zamanlar geçirdilerse, kanser konusunda daha da kendilerine kapanık oluyorlar. Daha çok, sınırdurum bir bireyciliğe ve gereğinden fazla öz-yeterliliğe bürünüp asla yardım istemiyorlar, her şeyi kendi başlarına halletmeye çalışıyorlar. Bu yüzden, yüklendikleri yoğun stres, başkalarıyla ilişki kurmak ya da başkalarından yardım istemek ya da başkalarına bağımlı olmak konusunda tereddüt etmemek suretiyle, kolayca ortadan kaldırılamıyor. Bu yüzden, bu yoğun stresin kanalize olup gidebileceği bir yer kalmıyor ve eğer bu kişiler, genetik olarak kansere eğilim taşıyorlarsa, bu stres kanser için ateşleyici unsur haline geliyor”.
Treya’nın ilgi alanlarından biride meditasyondu. Hastalığı üzerine yapacağı tonglen meditasyonu esnasında, “ızdırap çeken (bir hastalık, bir kayıp, depresyon, acı anksiyete, korku) tanıdığınız ve sevdiğiniz birini gözünüzde canlandırın. Nefes alırken, bu kişinin bütün ızdırabını hayal edin (karanlık, siyah, katranımsı, yoğun ve ağır bulutlar olarak) burun deliklerinizden içeri giriyor ve aşağıya kalbinize doğru ilerliyor. Bu ızdırabı kalbinizde tutun. Daha sonra, nefesinizi dışarı verirken, bütün huzurunuzu, özgürlüğünüzü, sağlığınızı, iyiliğinizi ve erdeminizi alıp,bunu sağaltım, özgürleştirici ışık formunda bu kişiye gönderin. O kişinin, bunu içine aldığını ve kendini tamamen özgür, rahatlamış ve mutlu hissettiğini hayal edin. Daha sonra, bu kişinin içinde yaşadığı şehri düşünün ve nefes alırken bu şehrin tüm ızdırabını içinize çekin ve bu şehirde yaşayan herkese, bütün sağlığınızı ve mutluluğunuzu gönderin. Daha sonra bunu bütün ülke için ve daha sonra bütün gezegen için ve daha sonrada bütün evren için yapın. Yaşayan bütün canlıların ızdırabını alıp, onlara sağlık, mutluluk ve erdem gönderiyorsunuz.” Bu meditasyonun sonunda, Treya ve diğerleri ya gerçekten hasta olan birinin hastalığı bize geçerse diye düşündüler, ama buradaki asıl mesele şöyle düşünmek, “Ah, ne kadar da güzel! Demek ki bu işe yarıyor!” Bu meditasyonun getirilerinden biri, egoyu korumaya yönelik eğilimlerinizi devre dışı bırakmaya istekli olduğunuzda, içinizde gerçek değişimler olmaya başlar. Bütün acıyı çeken ya da bütün hazzı yaşan tek bir Öz olduğunun farkına varmak suretiyle, öz/öteki gerilimini seyreltmeye başlarsınız. Bir diğer getirisi de, diğerlerine yardım etmenin getirdiği mutluluk.
Ken’e göre, bir hastalığa genel yaklaşım, en alttan başlayıp yukarı doğru çalışmayı sürdürmek şeklinde olmalıdır. İlk önce fiziksel nedenlere bakılır. Bu mümkün olduğunca incelenir. Daha sonra olası duygusal sebeplere bakılır, bunlar incelenir. Son olarak da, zihinsel ve tinsel sebeplere bakılır. Bu son basamak çok önemli çünkü eskiden tinsel ya da ruhsal merkezli olduğuna inanılan hastalıkların aslında şimdi önemli fiziksel ya da genetik sebeplerden kaynaklandığı görülmüştür. Mesela, bir zamanlar astıma “boğan bir annenin” sebep olduğu düşünülüyordu, ama şimdi bunun biofiziksel bir sorun olduğu bilinmektedir.
Treya ilerleyen günlerde akciğerinde ve beyninde tümör olduğunu öğrendi. Hastalığı için elinden gelen her şeyi yapmasına rağmen durumunun bu kadar kötüye gitmesi Treya ve Ken’i çok kötü etkiledi. Bu tekerrürden dolayı Treya hastaneye yattı ve bir sürü tedaviden geçmek zorundaydı. Uzun bir tedavi döneminden sonra Treya mutlu haberi almıştı. Kemoterapiler işe yaramış ve beyindeki tümör çok az kalmıştı. Kemoterapiler esnasında Treya vizualizasyon meselesinde problem yaşıyordu. Çünkü hasta kemoterapinin hastalığa saldırdığını hayal etmeliydi. Treya’nın yaşadığı zorluk, aktife karşı pasif vizualizasyon denilen şeyin etrafında odaklanmasıydı. Treya sonuç olarak ikisinin de önemli olduğunu hissetmeye başlamıştı. Bu eyleme karşı olmak yerine ikisi arasındaki dengeyi kurmak çok önemliydi. Kanser hastalarının kullanmış olduğu vizualizasyon çeşidi oldukça aktifti. Bu kemoterapiler sonunda Treya kendi gözlemlerini bir kağıda yazıyordu ve bu notlar Amerika’daki bir çok kanser merkezine gönderiliyordu.
Treya ikinci bir içsel değişim daha yaşadı, bu değişim de olmak ve eylemek ile ilişkiliydi. Treya her zaman eylemeye yönelik olan yanıyla ilgilenmişti. İlk değişim Treya’nın olmaya yönelik olan yanını tekrar keşfetmesini sağlamıştı ve bu son değişimde olmak ve eylemin bir bütün haline sokulmasından ibaretti. Treya bunu “tutkulu sükunet” olarak adlandırıyordu.
Treya’nın kanserle mücadelesinden bu yana 5 yıl geçmişti ve Treya’nın kanserliyken yaptıkları; yüzlerce insana hem telefondan hem de yüz yüze görüşerek danışmanlık yapmak, San Farncisco’daki Kanser destek Topluluğunun kurucularından biri olmak, deneyimlerini ve içsel keşiflerini yazmak gibi desteklerde bulundu. Son zamanlarında artık sol gözü tamamen görmemeye başlamış, gece yatarken dahi oksijen tüpüyle uyuyordu. Ama bunlara rağmen, kendi için üzülme ya da geri çekilme girişiminde bulunmuyordu. Ölmekten korkmuyordu. Treya hayatı boyunca merhamet ve metanet, eylemek ve olmak, sükunet ve tutku gibi iki kutbu bir araya getirmeye çalışmış ve bu ardında bırakmak istediği son mesajı olarak ölmüştür.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder