Bu Blogda Ara

28 Haziran 2011 Salı

"Ben Nesli ve Narsizim İlleti" Hazırlayan: Beyza AKINAL


  BEN NESLİ”
     
 Dr. Jean M. Twenge
Yazar, araştırmacı psikolog,  öğretim görevlisi ve dünya çapında seminerler veren bir konuşmacı.
Halen San Diego Üniversitesinin Psikoloji bölümünde doçent   ünvanıyla öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.
     
   NARSİZİM     İLLETİ
Asrın Vebası                                         
Dr. W. Keith Campbell
Dr. Jean M. Twenge
 Dr. W. Keith Campbell
Georgia Üniversitesinin psikoloji bölümünde öğretim görevlisidir. Yetmişin üzerinde bilimsel yayını bulunmaktadır.

Türkiye’de Ben Nesli
 Gelişmiş Batı ülkeleri ve bu gelişmişlikten etkilenen tüm ülkelerde çokça dile getirilmeyen trajik sorunlar mevcut. Jean M. Twenge, kendisi de bir Amerikalı olmasına rağmen çok açık konuşmayı tercih ediyor. ABD’den tüm dünyaya yayılan, tarihte bir benzerinin yaşanmadığı kitlesel yozlaşma sürecini inceleyen Twenge, genç neslin hızla ve şaşırtıcı bir şekilde dengesini kaybettiğini dile getiriyor. Amerikan kültürünün etkisine maruz kalan toplumlarda atadan ve aileden gelen ahlaki değerlere karşı bir isyan haline vurgu yapan psikolog Twenge, değerlerin yitirilmesinin bedelinin ağır olacağı öngörüsünde bulunuyor. Durumun acı fotoğrafı ise şu: Bulaşıcı hastalık derecesinde yaygın bir narsisizm/enaniyet, hayalî iyimserlik, gittikçe artar oranlarda genel kaygı ve depresyon.
Ben Nesli ABD’de yapılmış, 1,3 milyon genç hakkındaki bilgilere dayanan 12 araştırmanın sonuçlarını içeriyor. 1970, 1980 ve 1990′lardaki Ben Nesli diye adlandırılan genç insanlara odaklanıyor. Ben Nesli’nin niçin bu kadar özgüvenli ve iddialı fakat bir o kadar da depresif ve kaygılı olduğu sorusundan yola çıkıyor ve ayrıntılı araştırma sonuçlardan faydalanarak içinde yaşadığımız çağı fotoğraflıyor. Kitap zaman zaman farkına vardığımız, dile getirdiğimiz durumları sağlam kanıtlara dayandırarak karşımıza çıkartıyor. Örneğin hepimiz günümüz çocuklarının eski nesillere kıyasla daha fazla psikolojik problem yaşadığının farkındayız. Kitaptaki rakamlar bize bunun azımsanmayacak bir oranda olduğunu söylüyor. Texas’taki Tarrant County’de okul bölgesi raporları, 39 okulun %93′ü anaokulu çocuklarının beş yıl önceki çocuklara kıyasla “daha çok duygusal ve davranışsal bozukluk” sergilediklerini belirtiyor. Yine kitapta bahsedilen araştırma sonuçlarına göre, 1990′lardaki ortalama bir üniversite öğrencisi, 1950′lerdeki öğrencilerin %85′inden, 1970′lerdeki öğrencilerin %71′inden daha endişeli. Yaşları 9′a kadar inen çocukların endişeli olma hali, 1950′li yıllarda yaşamış çocuklara kıyasla çok yüksek. 1980′lerdeki normal okul çocukları 1950′lerdeki çocuk psikiyatrisi hastalarından daha yüksek miktarda endişeye sahip. 2001′de yapılan bir ankette, gençlerin %75′i bazen sinirli ve gergin olduğunu, bu oranın yarısı kadar genç de her zaman böyle olduğunu söylemiş. 2001′de her üç üniversite öğrencisinden biri, sürekli bunaldığını ifade etmiş. Bu oran, 1980′dekinin tam iki katı.

Kitapta odaklanılan Ben Nesli dünyanın merkezine kendisini yerleştiren bir nesil. Toplum kuralları yeni nesil için anlamını yitiriyor, fedakarlık gibi değerler yerine “kendisi olmak” birey için en önemli değer haline geliyor. Medya aracılığıyla çocuklar sık sık “kendin ol, başkalarının ne düşündüğünü önemseme, bu senin hayatın” mesajlarını alıyorlar. Kitap “kurallara uymayın, neyle mutlu oluyorsanız onu yapın.” mesajı veren bir çok filme örnekler veriyor. Bunlar verilen mesajların farkında olmadan hepimizin beğenerek izlediği filmler.
Gençler için yaşam artık bir “kişisel ifade biçimi” halini alıyor. Giyinirken, yerken, gezerken, evlenirken bile farklı olmak, kendilerini ifade etmek istiyorlar. Bir kendini ifade biçimi olarak estetik ameliyatlar ve piercing, dövme yaptırma yaygınlaşıyor. İnanç sistemleri de kişiselleşiyor. Kurumsallaşmış dine inanç zayıflıyor, cemiyet ve derneklere katılım azalıyor.
Artık kendin olmak, kendini olduğu gibi ifade etmek, her şeyi açığa vurmak moda. Kitap, izlediğimiz pek çok dizi ve filmden bunun örneklerini sunuyor. Gençlik dizisi O.C’nin bir bölümünde 16 yaşındaki Seth, babası “Sözlerine dikkat et. Kibar olmaya çalışıyorum, beni anlamayı denemelisin.” dediğinde şu cevabı veriyor: “Hayır teşekkürler. Dürüst olmayı tercih ederim.”
Kitaptaki araştırma sonuçlarına bakarsak, Ben Neslinin öz saygısı doruğa ulaşmış durumda. 1990′larda ortalama bir çocuk, Ben Nesli öncesi son zaman dilimi olan 1979′daki çocukların %73ünden fazla özsaygıya sahip.
1950′lerin başında 14-16 yaşlarındaki ergenlerin sadece %12′si “Ben önemli bir insanım.” fikrine katılmış. 1980′lerde ise ergenlerin %80′i önemli olduklarını iddia etmişler. Peki tüm bu sonuçlara rağmen neden gençler arasında yaygınlaşan saldırganlıkla ve türlü psikolojik rahatsızlıkla uğraşıyoruz! İçi boş bir öz saygı narsizmi tetikliyor olabilir mi! Öz saygı sandığımız kadar iyi bir şey mi!
Gençlere her şeyi yapabilecekleri, hayallerinin peşinden koşmaları vaaz ediliyor. Ancak bu herkes için mümkün mü! Üniversite hazırlık öğrencileri, %98′lik bir çoğunlukla “Bir gün olmak istediğim yere geleceğim” sözüne katılmış. Beklentiler sınırsız ancak yaşam şartlarının bu beklentilerin gerçekleşmesine izin vermediği bir dünyada gençleri hayal kırıklıkları bekliyor gibi görünüyor.
Kendini keşfetmek,sevmek, mutlu etmek, başkalarına bağımlı olmamak önemli hale gelmiş durumda. Ancak giderek yalnızlaşan ve kendi başlarına kalan gençler kendilerini ne kadar sevebilir!
Türkiye Benötesi Psikoloji Derneği Başkanı Psikiyatr Dr. N. Mustafa Merter bu sonuçları değerlendirirken tedirginliğini saklayamıyor: “Bu nasıl bir çelişki! O kadar övündüğümüz psikolojimiz, psikiyatrimiz, sosyolojimiz, modern eğitim sistemimiz ile biz, nasıl bir hata yaptık da bu kadar kısa bir süre içerisinde insanlığı bu hale getirdik! Anlaşılan şu ki, eğer acil tedbirler almazsak gittikçe yalnızlaşan, aşırı bencil/narsist, zevkperest/hedonist, kaygılı, öfke ve nefret dolu bir insanlığa doğru doludizgin gidiyoruz. Bu çocuklar evlenmeyecek, aile kurmayacak, istikrarlı bir şekilde çalışmayacak ve medyanın kendilerine sunduğu hayalî değerlerle yetinecekler. Tüm dünya sessizce ama kesin bir şekilde, bir ‘Açıkhava Tımarhanesi’ne dönüşüyor.”
Yazar; 1950’ler  ve 1960’ ların başını   Patlama  Nesli ; 1970’lerden sonrasını  Ben  Nesli olarak isimlendiriyor.  “Bebek patlamasının yaşandığı yıllarda  yani 1950’ler ve 1960’ların başlarında katı tutumlu, gri takım elbise giyen öğretmenler tarafından eğitilip alçakgönüllü her şeyin en iyisini Tanrı’nın bildiğini düşünen ebeveynlerce büyütüldüler. Bebek patlamasında doğanların çoğu, 1970’lerde , kendine odaklanma moda olmaya başladığında yetişkin olmuştu. Gençliğe özgü bu tür keşifleri kısa sürdü, çünkü bu neslin gençleri, 21 yaşına gelmeden evlenmeyi tercih etti.
Oysa bugünün 35 yaş altı gençleri, gerçek Ben Nesli’dir. Toplumsal kültüre, bireyin sadece kendine odaklanması fikri, aşılandıktan sonra doğan nesil, görev ve sorumlulukların kişisel benliğin önüne geçtiği bir dünya ile tanışmadı.
Hayatta en önemli şey;
1943’de doğanlar için;
Dürüstlük, Çalışkanlık, Gayretlilik, Vefakarlık, Başkalarına saygılı davranmak
  Ben Nesli için;
Hislerimiz  ve mutluluğumuz; “Temel Hayat felsefem beni mutlu ediyorsa  onu yapmaktır.”
Onaylanma İhtiyacı
1-Ara sırada olsa dedikodu yapmaktan hoşlanır mısınız?
2-Bir işi yapmaktan kurtulmak için hasta taklidi yaptığınız oldu mu?
3-Kendi istediğinizi yapmak konusunda ısrarcı oldunuz mu?
4-Oy kullanmadan önce her adayın özelliklerini dikkatlice incelermisiniz?
5-Kibar biri misiniz?
6-Hatalarınızı kabullenir misiniz?
İlk 3 soruya  hayır kalan 3 soruya evet dediyseniz  toplum tarafından onaylanmaya ihtiyaç duyuyorsunuz demektir.
İstediğini  Yap
Yazar bu neslin zihinsel işleyişini şöyle ifade ediyor;
 “Şu senaryoyu zihninizde canlandırın: Altı kişiyle birlikte bir masada oturuyorsunuz. Karşınızdaki tahtaya dört çizgi çekilmiş. Orta uzunluktaki hedef çizgisi, yine orta uzunlukta bir A çizgisi, kısa bir B çizgisi ve uzun bir C çizgisi. Hangi çizgi,  hedef çizgi ile aynı boydadır? Siz A cevabını vermeye hazırlanıyorsunuz; ancak diğer altı kişi sizden önce davranıyor ve C diyor. Ne yaparsınız?”
Solomon Asch, bu deneyi 1951’de ilk uygulandığında katılımcıların %74’ü, ilk denemede grubun verdiği yanlış cevabı seçti. %28’i de birçok denemede yine aynı cevabı seçti. İnsanlar gruba uymalarının gerektiğini düşünmüş, göze çarpmak istememişlerdi. Bu çalışma sosyal psikoloji alanında ün kazandı ve derslerde insanların toplumsal doğasına örnek olarak gösterildi. Ancak bazıları,bu düşüncenin hiç kimsenin farklı gözükmek istemediği 1950’lere ait bir toplumsal anlayışı yansıttığını söyledi. Bunun üzerine araştırmacılar, aynı deneyi 1980’lerde tekrar uyguladılar ve tamamen farklı sonuçlarla karşılaştılar. Artık kimse, grupla uyum sağlamayı düşünmüyordu. İnsanlar günümüzde yanlış cevabı vereceklerini bilseler dahi, grupla beraber hareket etmek istemiyorlar. Çalışmayı yürütenler sonunda, Asch’in deneyinin “kendi zamanının çocuğu” olduğuna  karar verdi. 1970’lerde kişisel gelişim kitapları ve terapistler, insanları diğerlerinin düşüncelerini  umursamayarak toplum kurallarını aşmak konusunda cesaretlendirdi. “İstediğini Yap” modern anne babaların en önemli söylemi oldu. 
ÖZ SAYGI
Psikolog Martin Seligman, öz saygı programlarını içi boş ve uzun vadede yetersiz olarak tanımlıyor. Hiçbirşeye dayandırılmadan edinilen öz saygının, uzun dönemde çocuklara bir fayda sağlamayacağını ifade eden Seligman , çocukların becerilerini geliştirecek ve bir şeyleri başararak özsaygı edinmelerinin daha yararlı olacağı kanısında.
Yani özsaygı bir sonuçtur, neden değil. Diğer bir deyişle, öz saygı bir çocuğun kendinden memnun olması için onu cesaretlendirmez. Çocuklar kendilerine duyacakları gerçek saygıyı iyi davranışlar sergileyerek ve bir şeyler başararak gerçekleştirirler.
Eğitim Profesörü Lillian Katz, “Hakkımdaki Her Şey: Çocukların özsaygılarını mı yoksa narsistliklerini mi arttırıyoruz? Başlıklı bir makale yazdı. Makalede, “Yüksek özsaygı yanlısı birçok araştırma, kasten olmasa da kişinin kendiyle aşırı meşgül olması haline bürünmüş narsisizimi arttırır.” Deniliyor. “Özel olmayı arkadaşlık kurmaktan daha çok teşvik eden okul programları yüzünden , çocukların öz saygısını arttırmak yerine, küçük narsislerden oluşan bir ordu yetiştiriyor olabiliriz.
Ben neslinin sahip olduğu iyimserliğin ve güvenin olumlu tarafları da var mı dersiniz? Eğer bu güven gerçekliğe dayansaydı ve narsisizme kaymasaydı,belki…
Çocuklara “Benlik” adlı pamuk helvayı hiçbir temele dayandırmadan ikram ettik.

Hepimiz Bir Gün Ünlü Olacağız..
En çok izlenen saatlerde kanallarda dolaşın, azıcık yiyecekle yaşamaya çalışan Survivor yarışmacılarını, üzerinde böceklerin geçtiği Fear Faktör katılımcılarını göreceksiniz. Neden insanlar bu çılgınca şeyleri yapıyor? Görünüşe göre mücadele etmek ve para kazanmak için, ancak herkes onları gerçekten büyüleyen şeyin ne olduğunun farkında: Televizyona çıkmak! Özellikle ben nesli mensupları olmak üzere çoğu insan, çabuk gelen şöhrete kavuşmak için böcek yemeye razı.
Şöhret arayışı beklide son dönemlerde iyice abartılan düğün yapma tutkusunu da açıklayabilir. Amerikalılar nikahsız birlikte yaşamak bu kadar popülerken, neden hala düğün yapıyor? Yazar Carol Wallace’a göre sadece size özel bir elbise giymek, başka birinin makyajınızı yapması, herkesin güzelliğinize hayran olamsı… Bu gibi deneyimlerin hepsi, sadece iki grup kadın tarafından paylaşılıyor: Ünlüler ve gelinler. Düğün organizasyoncuları bugünün bir günlüğüne prenses olmanın tek yolu olduğunun altını çiziyor ve bizler de buna inanıyoruz.


Başkalarını Sevmeden önce kendinizi Sevmelisiniz
Campell kitabında şöyle diyor: “İyi bir ilşki için gerekli olan 10 şeyin listesini yapsaydım, kendini sevmek bu listede olmazdı. “çoğu insan kendilerine eş seçerken hangi özelliklere dikkat ettiği sorulduğunda , kibarlık veye düşünceli olmak gibi şeyler söylüyor; yani kendini değil, başkalarını seven ve önemseyen kişiler tercih ediliyor.
Ayrıca tek başınalığa alışmak gibi çok açık bir tehlike daha var. Kendinizi ve ruhunuzu sevmeye alışırsanız, hayatınızı paylaşacağınız kişi karşınıza çıktığında,buna uyum sağlamak zorlaşacaktır. Kendi ihtiyaçlarınızı öncelik sırasına koyupherşeyi istediğiniz gibi yapmaya alıştığınızda, diğer kişinin gereksinimlerini dikkate almak, bir işkence haline dönüşecektir. Ben Nesli mensuplarının eşleriyle yaşadıkları kavgaların çoğu, “biz özeliz” temel düşüncesine yol açıyor.
Endişe Çağı   (Depresyon ve Yalnızlık)  Gergin Nesil
Araştırmanın ortaya çıkardığı başka bir ilginç sonuç daha var: Doğduğunuz dönem, endişe seviyenizi, aile yapınızdan daha çok etkiliyor. Yapılan araştırmalar, anksiyete türlerinin sadece %5’inin aileden kaynaklandığını ortaya koydu. Diğer etkenler arasında genetik arkadaş etkisi ve bilinmeyen nedenler var. Nesilsel farklılıklar, anksiyete türlerinin %20’sini açıklıyor, bu oran da aile faktörünün dört katı. Düzgün ve sevgi dolu bir aileden gelseniz bile, gergin bir ortamda büyümek sizi endişeli bir insan haline getirebilir.
Artık Daha Mutlu Olmamız Gerekmez mi?
Ben Neslinin bu kadar kaygı ve acı duyması çelişkili gözüküyor. 1970 ve 1990 yılları arasında doğmuş olanlar, hiçbir tarvmatik tarihi olay yaşamadı. Birkaç ekonomik durgunluk dışında, zengindik. 1990’ların başından bu yana hiçbir dünya savaşı olmadı, nükleer savaşa yönelik büyük bir endişe yaşanmadı. Ben nesli hiçbir zaman zorla askere alınmadı. Sağlık ve güvenlik konularındaki gelişmeler, çocukların artık daha uzun ve daha iyi hayatlar yaşayacağının müjdecisi. Her geçen gün daha çok öğrenci liseden mezun oluyor. 1990’ların başına kıyasla daha az genç, suç olaylarına karışıyor. Son yirmi yılda, erken yaşta hamilelik oranında ciddi bir düşüş yaşandı.
Birçok açıdan, yaşamak için en iyi zaman şu an. Bizden önceki nesillerin sahip olamadığı, sadece bizim faydalandığımız şeyleri düşünün: televizyon, cep telefonu, daha iyi tedavi imkânları, bilgisayar, daha iyi bir eğitim, fiziksel iş gücü kullanımında adalet, kendi seçimlerimizi yapabilme özgürlüğü, istediğimiz şehre taşınabilme imkanı… Ancak bu son iki madde, derinlerde yatan bir sorunun ucunu göstermeye başladı. Giderek artan kendimizi ilk plana koyma isteği, bir yandan eşsiz bir özgürlük yaratırken diğer yandan da bizi yalnızlaştıran bir baskı oluşturuyor. İşte bu, kişinin kendine odaklanmasının zarar veren tarafı. Umarsızca özgür ve kendine yeten bireyler olduğumuzda, kendimizden başka ilgilenecek bir şeyimiz kalmadığından, hayal kırıklığımızda derin oluyor. Ama sadece bu da değil. Ben Nesli, iyi işlerde çalışıp güzel evlerde oturmanın gerçekten zor olduğunu böyle bir dönemde, hayattan hep çok şey beklemeyi öğrendi. Ve işte sonuç:  Bozguna uğratan endişe ve mahfeden depresyon.
Eski nesiller arasında depresyon oranı düşüktü. Bütün yoksunluk ve savaş deneyimlerine rağmen, her zaman birbirlerine sırtlarını dayayabiliyorlardı. Güçlü bir toplumsal bilinç vardı. Hayatları boyunca aynı insanları tanıdılar, genç evlenip bu evliliklerini bir ömür boyu sürdürdüler. Kulağa pek eğlenceli gelmeyebilir yada bir çok kişinin düşlerini felce uğratabilir ama günümüzde çok yaygın olan melankoliyi onlardan uzak tutan şey, istikrarlı hayat tarzlarıydı.
Janis Joplin, Ben Nesli’nin içinde bulunduğu çıkmazı şöyle özetliyor: “Özgürlük kaybedecek hiçbir şeyim yok demenin bir başka yoludur.”

Kurban Zihniyeti
Bazı Ben Nesli mensupları, işleri çok ileriye götürüyor ve istedikleri gibi gitmeyen her şey için bahaneler buluyor. Arizona’da bir yüksek okulda öğretmenlik yapan Susan Peterson, bu eğilimi öğrencilerin kişisel sorumluluk alma konusunda yetersiz olmalarına bağlıyor. “Aileleri bir dediklerini iki etmiyor ama okuldaki öğretmen seçiminden, alınan notların değerlendirilmesine kadar her şey, ailelerin denetiminde. Böylece kendi hatalarından başkalrını sorumlu tutan genç bir nesil yarattık” diyor.
Charles Sykes, A National of Victims (kurbanlar Ülkesi) kitabında, kişisel sorumluluktan sıyrılmaya çalışma ve başkalarını suçlama eğiliminin, Amerikan kültürüne derinlerine işlemiş olduğunu iddia ediyor.  Kimi insan kendi beceriksizliğini “hastalık”a bağlıyor, tıpkı işe zamanında gitmediği için kovulduktan sonra  dava açan adam gibi. Dediğine göre işe geç gitmesi onun suçu değilmiş, çünkü kendisinde “kronik gecikme bozukluğu” varmış.
Her şey İyi Niyetlerle Başladı…
ABD’nin en büyük kilisesinin papazı, Joel Osteen,şöyle diyor: “Tanrı bizim sağlıklı ve olumlu benlik imgelerimizin olmasını ister. Bizim kendimizden memnun olmamızı ister.”  Öz saygı, bir yazarın da ifade ettiği gibi, “bizim milli mucize ilacımızdır.”
Ne yazık ki, kendine hayranlığın ardındaki iyi niyetler kimi zaman sınırı geçip narsisizme kayıyor gibi . Popüler bir posterde, aynaya bakıp kendini iri bir aslan olarak gören küçük sarman bir kedi yavrusu fotoğrafının üstünde “En önemli şey, kendini nasıl gördüğündür!” diye yazıyor. Buradan hareketle, poster bize, kendini olduğundan mümkün olduğunca daha iyi görmek –daha büyük, daha güçlü, daha yetenekli- önemlidir mesajını veriyor.
Kendine hayranlık etrafında hatırı sayılır bir ev sanayisi geliştirildi. Google’da yapacağınız hızlı bir arama, “kendimi nasıl severim” başlığı için 191.000 sonuç bulunduğunu ortaya koyuyor. Bunların arasında da “Ne zaman biri size güzel bir söz söylerse hemen not alın”, “Bütün eleştirileri terk edin”, ve “Aynada kendinize bakıp ‘harika görünüyorsun’ deyin” gibi bir çok tavsiye yer alıyor.
Kendine Aşırı Hayran Olma Hastalığı
Narsisizm psikolojik bir terimdir fakat tek bir psikoloji dersi bile almamış insanlar dahi, bir narsist görünce tanırlar. Narsisizmin diğer yaygın isimleri arasında ; kibirlilik, kendini beğenmişlik, azamet, gösterişçilik ve ben merkezcilik bulunur. Narsist kendini çok önemser, mağrurdur, kendini metheder, çok konuşur yada kendi hayalinde bir efsanedir.
O popüler posterdeki kendini aslan olarak gören kedi yavrusu gibi, narsistin de kendi yetenekleri hakkında abartılı bir kanısı vardır. Narsistler sadece kendilerine güvenmekle kalmazlar, aynı zamanda kendilerine aşırı güvenirler. Kısacası narsistler kendilerine aşırı hayrandırlar.
Narsisizm sözcüğü, bir yunan söylencesi olan, aşık olacağı birini aramak için yola çıkan yakışıklı genç Narkios’tan geliyor. Efsaneye göre, güzel su perisi Eko, Narkisos’a aşık olur ve onun söylediği her şeyi tekrarlar ama Narkisos onu reddedince gözden kaybolur. Narkisos kusursuz bir eş aramayı sürdürür, ta ki bir gün suda kendi yansımasını görene kadar. Narkisos kendi yansımasına aşık olur ve ölene dek gözlerini ondan ayırmaz. Nehir kıyısında tam o noktada, nergis (fulyanın alt türlerinden biri) olarak bilinen çiçek biter. Narkisos efsanesi , kendine hayranlık trajedisini tam olarak yansıtıyor., çünkü Narkisos, kendine duyduğu hayranlıkla dolar kalır ve kendisi haricinde kimseyle bağlantı kuramaz –ve narsistliği, başkalarına da zarar verir (bu örnekte Eko’ya). Efsane, narsisizmin yakın çevredeki insanların ve toplumun maruz kaldığı çok ciddi sonuçlarıyla gerçek yaşamı yansıtıyor.
“Narsis miyim” yoksa “Özgüvenli” mi?
 Tipik bir narsistle, yalnızca öz saygısı yüksek olan biri arasındaki başlıca fark şudur: Öz saygısı yüksek olan ve narsist olmayan kişi, ilişkilere değer verir fakat narsist vermez. Sonuç; özünde dengesiz bir kişilik ve gösterişli, şişirilmiş bir benlik bilinci ile başkalarıyla derin ilşkiler kurma yoksunluğudur.
Narsistler (başkalarını noksanları için suçlarken) kendi başarıları hakkında böbürlenebilir, fiziksel görünümlerine odaklanabilir, statü göstergesi olan maddi varlıklara değer verebilir (BMW’min anahtarını gören var mı?), abartılı el kol hareketleri kullanabilir, konuşma esnasında konuyu sürekli kendilerine getirebilir, öne geçmek için yönlendirme ve hile yapabilir,etraflarına kendilerine hayran olan insanları toplayabilir.Narsistler sıcak ve sevgi şefkat dolu ilşkilere değer vermezler; amaçlarına ulaşmak için genellikle insanlara kendilerini iyi hissettirecek ve dışarıya iyi gösterecek araçlar olarak bakarak onları yönlendirip sömürmekte bir sakınca görmezler.
Narsis kişilik özellikleri ile Narsisizm (NKB) arasındaki fark?
Bir diğer önemli konuda narsisizimdeki kişilik özellikleri ile  narsistik kişilik bozukluğu (NKB) arasındaki farktır. Bunun sürekli karıştırıldığını gördüğümüz için,açıkça belirlenmesini istiyoruz: Fazlasıyla narsistik veya narsist olmanız , tanısı konmuş bir psikiyatrik bozukluğunuzun bulunmasıyla yada narsisizminizin patolojik seviyeye ulaşmasıyla aynı şey değildir. NKB tanısı koyabilmek için, bir kişinin,gösterişçilik,empati yoksunluğu, ve takdir edilme ihtiyacını içeren  uzun vadeli davranış kalıplarını takip eden en az beş belirli kriteri karşılaması gerekir. Kişinin aynı zamanda depresyon, işte başarısızlık yada çok sorunlu yakın ilişkiler gibi bir tür bozukluk yaşaması da şarttır. NKB tanısını ancak eğitimli profesyoneller koyabilirler. NKB, narsistik kişilik kadar yaygın değildir, çünkü narsistik kişiliğin  NKB kadar aşırı seviyede yada  klinik olarak anlamlı sorunlar ile ilişkili olması gerekmez.
Psikoanaliz kuramcısı Heinz Kohut, narsistik kişilik bozukluğunu (NKB) ilk kez 1971’de tanımladı. 1980’e gelindiğinde NKB  resmen DSM III’e  (zihinsel bozuklukların Tanısal ve İstatiktiksekl klavuzu) dahil edildi. Bir başka ifadeyle, 1980’e gelindiğinde narsisizm bozukluğu ABD’de resmen tanındı. Bu, 1970’lerin narsisizm epidemisinin bir tür dönüm noktası yada çıkış kaynağı olduğunun bir diğer göstergesidir.
Biraz Narsizim  Sağlıklıdır
Bazı kişiler bize , “Peki kendimizden tamamen nefret mi etmeliyiz? diye sordular. Elbette hayır. Kendini senmenin alternatifi olarak kendinden nefret etmeyi dile getirmek yanlış bir seçim. Nasıl ki obezite araştırmacıları, bütün Amerikalılar anoreksik olmalı demiyorlarsa, biz de kendinizden nefret etmenizi önermiyoruz. Az sayıda kişi kendinden nefret eder ve genelde kişi kendine biraz hayranlık da duyabilir. Ama kendinizi aşırı ölçüde sevmeden cde kendinizi beğenebilirsiniz. Kişinin kendine beslediği duygulara –olumlu yada olumsuz- çok fazla konsantre olmamasının daha iyi olacağı görüşündeyiz. Bunun yerine hayata odaklanın: Başkalarıyla ilişkilerinize, işinize yada hayatın güzelliğine.
Bir miktar narsisizm yararlı mıdır? Asıl soru şu: “Kimin için sağlıklı?” Örneğin bencillik, akşam yemeğinden sonra daha büyük bir parça tatlı almanızı sağlayabilir ama arkadaşlarınızla uzun vadeli ilişkilerinize zarar verebilir ve gelecekta size bir akşam yemeği davetine mal olabilir. Bir narsist büyük olasılıkla batan bir gemiden denize indirilen ilk filikada olurdu –afet durumuna kolay ayak uydurur, evet ama bir çocuğun hakkı olan yeri alıyorsa bu hiç iyi değil. Benzer şekilde, açken yemek yemek harikadır ama bir bebeğin ağzından yemek kapıyorsanız hiç de öyle değil.
Yani performansımızı destekleyen ama başkalarına zarar vermeyen narsisizm, örneğin büyük bir kalabalığın karşısına çıkmadan önce ihtiyaç duyabileceğiniz kendine güven duygusu gibi, narsisizmin sağlıklı yönüdür, ancak kendinize bu kadar odaklanmadan da aynı sonucu almanın başka yolları bulunabilir.
Kişinin Kendine Odaklanmasının Sonuçları
Dış görünüş takıntısı
Yüz gerdirme , botox …
Kaş aldırma kaçınılmaz oldu…
Vücudu saran kıyafetler
Piercing
       Facebook pozları
Yazar; bu kitapta, narsisizm’in daha hassas kolay incinebilen tipinden çok, daha girişken, teşhirci tipine odaklanıyor.
Narsizm’in kısa vadeli yararları,  uzun vadeli bedelleri vardır…
(kumar, içki, gayrı-meşru ilişki, hırsızlık)
Bana MySpace’imden Bak
Narsisizmi hızlandıran bir diğer husus ise internet kullanımı. “Blog”lar, YouTube ve MySpace  gibi uygulamalar bir tür “bana benim alanımdan bak mantığını güden “benim alanım nesli/ MySpace generation” oluşturuyor. Bu mantık; “sürekli eğlenmeliyim”, “sahip olduğunla böbürlen”, “tüketmek başarı demektir”, “mutluluk dediğin şey cinsellikte yatar” düşünce ve davranış tarzlarını getiriyor. İnternet üzerinden kurulan sanal ilişkiler; gerçek samimi, karşılıklı özveri üzerine oturması gereken derin ilişkileri sığlaştırıyor, sahteleştiriyor. Bunun ağır bedeli ise çokluk içinde yalnızlık.
MySpace  ve Ipod: Birinci tekil şahsın kullanılması tesadüf değil…
MySpace (benim yerim) adı, hiç de tesadüf değil. YouTube’un sloganı ise “Kendini Yayınla”. Görmek ve görülmek, tercihen mümkün olduğu kadar çekici gözükmek nuansıyla Facebook (yüz kitabı), tam da yerinde bir isim.
 Ben Nesli ile ilgili  çok etkileyici bir anlam sapması var ve bu sapma da aynı şekilde bilgisayar kökenli: İJenerayonu. İlk harf, anlamla bütünleşiyor: “İ”, interneti temsil ediyor (tıpkı İMac ve İPod’da olduğu gibi); aynı zamanda bu harf,  “insan” kelimesinin de baş harfi (bu neslin bireye önem vermesine bir gönderme).
Narsist Bir Çocuk Yaratmak…
Ebeveynlerin yaptıkları;
         Veliahtlar yetiştirmek
      (Potron benim, prenses..vs önlükleri)
         Rol değişimleri, (ebeveyn- arkadaş)
Otoriteyi küçük çocuklara bırakan, onlara hak etmedikleri methiyeler düzen, onları öğretmenlerinin eleştirilerinden koruyan, onlara pahalı otomobiller alan ve özgürlük tanırken beraberinde sorumluluk vermeyen anne babaları giderek daha sık görüyoruz. Kısa zaman öncesine dek çocuklarpatronun kim olduğunu- patronun kendileri olmadığını -  bilirlerdi. Patron anne babaydı. Ve anne baba sizin arkadaşlarınız değil, ebeveynlerinizdir.
Anne babalar bilinçli bir şekilde;  “Vay, narsist bir çocuk yetiştirmek harika bir şey olmaz mı?” diye düşünmüyorlar. Çocuklarını mutlu etmek ve özsaygılarını yükseltmek istiyolar ama genellikle işler çığrından çıkıyor. İyi niyetler ve anne babalık gururu, ebeveynlikte kültürel narsisizmin kapısını açmış durumda ve bir çok anne baba, çocuklarına olan sevgilerini en moden yollarla ifade etmekteler: çocuklarının harikalıklarını ilan ederek . kız bebek giysilerinin hatırı sayılır bir kısmının üstünde “Prenses” yada “Küçük Prenses” yazıyor ki tahtın kayıp varisi değilseniz buna ancak hüsnü kuruntu denebilir. Kızınız prenses olsa bu, sizin kraliçe yada kral olduğunuz anlamına mı gelir? Hayır, -sizin sadık tebaa olduğunuz ve prenses ne söylerse yapmanız gerektiği anlamına gelir.
Kindlon; aşırı müsamaha gösterildiğinde, bunun; yedi ölümcül günaha benzeyen sonuçlara: Öfke, Kıskançlık, Tembellik, Oburluk, Şehvet ve Aç gözlülüğe yol açtığını ileri sürmekte. Yedi ölümcül günah narsizim’in kısa bir özeti aslında..
Epideminin Tedavisi
Ebeveynlik, kültürel değerlerin yayılmasında inanılmaz ölçüde kuvvetli bir güç. Anne babmızdan doğruyu ve yanlışı, başkalrına nasıl davranacağımızı siyasi ve ekonomik inançları, ön yargı ve hoşgörüyü, görgüyü (ya da görgüsüzlüğü) öğreniriz.
Ancak kuşkusuz birçok anne baba, çocuklarına sorumluluk vermeye çok fazla eğilim gösteriyorlar. Yazar; anne babaların çocuklarındaki narsistik dürtüleri yumuşatmaları için birkaç öneride bulunuyor:
*Hayır deyin ve kararlı olun: Çocuğunuza hayır demenizde yanlış bir taraf yoktur. Ama bunda kararlı olmak zorundasınız. Hayır derseniz ve çocuğunuz mızmızlanıp haykırdıktan sonra pes ederseniz, çocuğunuza yalnızca mızmızlanmanın ve haykırmanın etkili olduğunu öğretmiş olursunuz.
*Çocuğunuza çok fazla yetki vermeyin:  Beş yaşındakiler ailenin otomobilini , kendi yataklarını yada sürekli kendi giyeceği giysileri seçmemeli. Ana sınıfı öğrencileri ile ilgili bir mesaj panosuna bir anne şöyle yazmış, “Ben aslında kızımı, istediği giysileri seçmesi için cesaretlendiriyorum. Kış mevsimleri her zaman zor oluyor çünkü kızım yıl boyu etek ve parmak arası terlik giymek istiyor.” Evet anasınıfına gidenler kıyafetlerinde söz sahibi olmayı severler ve biraz yetki vermek birço sabah krizini önleyebilir. Burada anahtar, biraz yetkidir. Kışın parmak arası terlik giymek isteyen çocuk gibi pek çok küçük çocuk, çok fazla söz hakkı verildiğinde henüz doğru kararlar alamayabilir. Bunun yerine en iyisi çocuğa sınırlı seçim hakkı tanımaktır. Kış mevsiminde, “Gri fitilli kadife pantolonunu mu yoksa siyah kadife pantolonunu mu giymek istersin? diye sorabilirsiniz. Bu şekilde çocuk yine seçim yapabilir ama soğuktan donmamış olur.
*Çocuğunuza rekabet ve kazanmakla ilgili nasıl mesjlar verdiğinizi dikkatle gözden geçirin. Evet, dışarıda kıran kırana mücadeleyle dolu bir hayat var ama ne pahasına olursa olsun kazanmayı öğretmek uzun vadede iyi sonuçlar getirmeyecektir. Hile yapanlar eninde sonunda yakayı ele verirler, vermeseler bile doğruyu öğrenmeyerek veya kendi başlarına bir şeyler yaparak kendilerini kandırırlar.
*Çocuğunuza ne kadar harika olduğunu ilan eden bir şey almadan önce iki kere düşünün. “Çok Şımarık” yazılı bir tişört, çocuk yaramazlık yapana kadar şirindir.

20 Haziran 2011 Pazartesi

"Karakter Aşınması" Richard Sennet Hazırlayan: Hatice TURA






















































RICHARD SENNETT


            Zamanımızın önde gelen sosyologlarından Richard Sennett, 1943’te Chicago’da doğdu. Chicago’nun, yoksulluğuyla ve şiddet olaylarıyla adı çıkmış semti Cabrini Green’de büyüdü. Sennett, radikal annesinin elinde büyüdü. Anne Dorothy Sennett, yazarın deyişiyle olağanüstü bir yazardı; ancak babanın aileyi terk etmesiyle birlikte başının çaresine bakmak ve yazarlıktan uzaklaşmak zorunda kaldı. Bir sosyal yardım projesi olarak savaş yıllarında alelacele inşa edilen Cabrini Green’e yerleştiklerinde Sennett üç yaşındaydı.
            Sennett, altı yaşında çello çalmaya başlar; sekiz yaşında ilk bestesini yapmıştır bile. Yetenekleri ona parlak bir müzik kariyeri vaat etmektedir. Ancak profesyonel bir çellist olma düşleri, bileğinde oluşan bir rahatsızlık dolayısıyla suya düşer. Geçirdiği bir ameliyat durumunu daha da güçleştirir. Orta yaşlarını geçtikten sonra geçireceği bir başka ameliyata kadar, yazar sol kolunu hemen hemen tamamıyla kullanamayacaktır. Ancak bu hastalık ona sosyoloji kariyerinin kapılarını açacaktır.

            Şehir hayatı vaat etiği anonimlik ve topluluk hayatıyla Sennett’in büyük tutkularından biri olmuştur. Karmaşanın Kullanımları’nda, şehrin, insanları karmaşanın bir çeşit dengesinin bilincine ulaştırdığını söyler: “... Düşmanlar net görüntülerini yitirirler; çünkü insan, bir gün içinde yabancı, ama hepsi de aynı biçimde yabancı olan çok sayıda insan görür.

Sennett’in becerikli bir yazar olduğu daha ilk iki çalışmasıyla ortaya çıkmıştı. Çalışmaları zekice yazılmış psikolojik romanların, okuyanı içine gömen biyografilerin, ya da nitelikli gazetecilik ürünlerinin üstün yanlarını barındırır ve bu üslup “düşünme eylemi üzerine bir araştırma” geliştirmek isteyen yazarın iddialarına özellikle uygundur. Amacı, sosyolojiyi 19. yüzyılda olduğu gibi edebiyatın bir parçası kılmaktır              


 KARAKTER AŞINMASI


            Richard Sennett, Karakter Aşınması kitabında; kapitalizmin insan karakterinde oluşturduğu psikolojik süreçleri çeşitli hayat hikayelerinden yola çıkarak aşağıdaki maddelerdeki başlıklar ekseninde anlatmaktadır.

ü      SÜRÜKLENME
ü      RUTİN
ü      ESNEK
ü      OKUNAKSIZ
ü      RİSK
ü      İŞ ETİĞİ
ü      BAŞARISIZLIK
ü      TEHLİKELİ BİR ZAMİR

            Esnekliğin kişinin karakteri üzerindeki etkileri onun belki de en kafa karıştırıcı yönüdür. Karakter kendi arzularımıza ve diğer insanlarla aramızdaki ilişkilere yüklediğimiz etik değerdir. Her birimiz belirli bir anda yaşadığımız duygu karmaşasının içinden bazı duyguları seçer ve içimizde yaşatırız. Yaşattığımız bu duygular karakterimizi oluşturur. Karakter kendimizde değerli bulduğumuz ve başkalarının değer vermesini beklediğimiz kişisel özelliklerimizdir.
                       



Esnek Kapitalizmin Karakter Konusunda Karşımıza Çıkardığı Sorunlar

v     Sabırsız, mevcut ana odaklanan bir toplumda hangi özelliğimizin kalıcı değer taşıdığına nasıl karar verebiliriz?
v     Kısa vadeye kilitlenmiş bir ekonomide nasıl uzun vadeli hedeflere sahip olabiliriz?
v     Her an parçalanan veya şekillendirilen kurumlarda karşılıklı sadakat ve bağlılık nasıl sürdürülebilir?

            Karakter Aşınması kitabında Sennett, okuyucuyu somut bireysel deneyimlere yedirilmiş veya bu deneyimlerle sınanan felsefi fikirlerle baş başa bırakır.
            Karakter Aşınması Sennett’in bir çok şahsın modern ekonomi konusundaki keşiflerinden yararlanarak yaptığı kişisel çıkarımları içermektedir.
                       
Sürüklenme

            Bu bölümde Sennett, eskiden tanıdığı Enrico’nun ve onun oğlu olan Rico’nun hayat hikayelerinden yola çıkarak kapitalizmin iki kuşak arasında oluşturduğu farklı etkileri ve bunların insan psikolojisine yansımalarını anlatmaktadır.

Enrico ve Onun Kuşağı

Ø      Yaşamlarında zaman son derece doğrusal akar.
Ø      Her gün neredeyse aynı olan işlerde yıllar yılı çalışırlar.
Ø      Sürprizlere yer olmayan bir hayat.

Enrico, yazarla tanıştığında  ve kalıcı hedefi ailesine hizmet etmek olan, başı ve sonu belli olan bir hayat yaşayan, hayata dair en büyük beklentisi oğullarının iyi bir yerde olmasını hedefleyen alt sınıfa ait bir hademeydi.
Enrico’nun öyküsü açık olsa da basit değildi asla… Göçmen cemaatindeki eski dünyasıyla banliyödeki yeni ve nötr dünyayı birleştirmeyi çalıştırmaktaydı.
            Enrico en çok orta sınıftan insanlara öfkeliydi.

Rico ise babasının sınıf atlama konusundaki arzusunu gerçekleştirmişti. Babasının tersine değişime açık olmak ve risk almak gerektiğine inanıyordu. Fakat bunun  Rico için mutlu bir hikaye olduğu söylenemezdi. Rico kendi yaşamı üzerindeki kontrolü yitirdiği  korkusunu yaşıyordu.

Rico çocukluğunda Enrico’nun otoritesinden rahatsız olurdu. Şimdi ise o bir babaydı. Etik disiplin eksikliği, özellikle de çocuklarının ana babaları işteyken alışveriş merkezlerinde boş boş dolaşan çarşı fareleri olma korkusu yakasını bırakmıyordu.
Rico’nun en derin kaygısı kendi çalışma hayatını çocuklarına etik bir davranış olarak sunamamasıydı.
Rico, çocuklarına bağlılığın hayatını geçirebilmesindeki önemini  sergileyemiyordu.

#Rico’nun iş yerinde başarılı olmasını ya da en azından ayakta kalmasını sağlayan ilkeler iyi bir ebeveyn olmak konusunda hiç bir yardım sunmuyordu.
#Esnek davranış biçimleri Rico’ya bir baba ya da cemaatinin üyesi rolünde yardımcı olmuyor, sosyal ilişkilerini sürdürmek ve çocuklarına kalıcı bir biçimde yol göstermek istiyor. Rico, işyerindeki kopuk ilişkiler, komşularının istemli unutkanlığı ve çocuklarının çarşı farelerine dönüşmesi kabusu karşısında muhafazakar değerler fikrine sarılıyor böylece de tuzağa yakalanıyordu.

Rico’nun iş yerinde başarılı olmasını ya da en azından ayakta kalmasını sağlayan ilkeler iyi bir ebeveyn olmak konusunda hiç bir yardım sunmuyordu.

#Esnek davranış biçimleri Rico’ya bir baba ya da cemaatinin üyesi rolünde yardımcı olmuyor, sosyal ilişkilerini sürdürmek ve çocuklarına kalıcı bir biçimde yol göstermek istiyor. Rico, işyerindeki kopuk ilişkiler, komşularının istemli unutkanlığı ve çocuklarının çarşı farelerine dönüşmesi kabusu karşısında muhafazakar değerler fikrine sarılıyor böylece de tuzağa yakalanıyordu.

            Rico sürüklenmeyi reddeder. Karakterindeki özellikle de sadakat, bağlılık, hedef sahibi olmak ve kararlılık gibi uzun vadeli özelliklerin erezyona uğramasına direnmek ister. İradesi statik hale gelmiş, sadece belirli değerlerin yüceltilmesine saplanıp kalmıştır.

            Enrico’nun kendi yaşamı için bir anlatısı, bürokratik bir dünyaya uygun, doğrusal ve bir birine eklenen bir anlatısı vardı. Rico ise, esneklik ve akışın hakim olduğu bir dünyada yaşıyor, bu dünya insana ne ekonomik ne de sosyal yönden bir anlatı sunuyor.

            Değişim, sürüklenme anlamına geliyor. Rico, çocuklarının etik ve duygusal açıdan sürüklenmesinden korkuyor.
            Yeni kapitalizmin zaman boyutu insanın karakteri ile bu karakterin süregiden bir anlatıya dönüşmesini engelleyen çılgın zaman deneyimi arasında bir çatışma yarattı.

            Rutin

18. yüzyılın ortasında tekrara dayalı      çalışmanın biri olumlu ve faydalı, diğeri yıkıcı olmak üzere iki apayrı sonuca gideceği düşünülüyordu.
                          
                                Diderot: İşteki rutin gerekli bir öğreticidir.
           
Rutin
            Adam Smith: Rutin insan aklını öldürür.

            Diderot rutinin gerekliliğini <L’ Anglee>  adındaki kağıt fabrikası örneği üzerinden göstermeye çalışmıştır. Burası emeğin geçirmeye başladığı büyük dönüşümü simgeler. Buradaki endüstriyel düzenin sırrı onun dakik rutininde gizlidir. Diderot tekrarın bu erdemlerini endüstriyel emekte de bulmaya çalışmıştır. Tekrar ve ritim sayesinde işçi emek sürecinde Diderot’un sözleriyle akıl ve elin uyumunu sağlar.

            Adam Smith’e göre ise bu düzenli evrim kardeşlik ve sükunet imgeleri, gerçekleşmesi imkansız bir rüyayı temsil etmekteydi. Rutin ruhu öldürürdü.
            Smith iğne fabrikası örneği üzerinden gider. İğne imalatında işlemleri parçalara bölmenin iğne işçilerine saatler boyunca tek bir küçük işlem yaptırmak ve onları uyuşturucu ve sıkıcı bir iş gücüne mahkum etmek anlamına geldiğini farketmişti.

            Rutin belli bir noktada zararlı hale gelmeye başlar. Çünkü insan oğlu kendi çabası üzerindeki kontrolünü yitirir. Çalışma zamanının üzerindeki kontrolün yitmesi ise insanın zihnen öldüğü anlamına gelir.

Karakter tarih ve onun öngörülemeyen zikzakları tarafından biçimlendirilir. Oysa rutin hakimiyetini kurunca kişisel tarih için  fazla bir şeye izin vermez. Kendi karakterini geliştirmek isteyen kişinin bu rutinden kurtulması gerekir.

Esnek

Esneklik rüzgarda eğilen ağaç dallarının tekrar eski konumunu alması olarak tanımlanır. Esneklik kelimesi ağacın eğilip düzelme gücünü, ağacın formunu rüzgarda sınanmasını ve eski haline dönmesini ifade eder. İdeal olarak esnek insan davranışlarında aynı elastik güce sahip olması, yani değişen koşullara uyum sağlayarak, onlardan zarar görmemesi gerekir.
Günümüzde toplum daha esnek kurumlar oluşturarak, rutinin yol açtığı kötülükleri yok etmenin yollarını arıyor. Ancak esneklik uygulamaları çoğunlukla kişiyi eğen güçler üzerinde yoğunlaşır.

Modern Esneklik Biçimleri

*    Kurumların kökten dönüşümü
*   Üretimde esnek uzlaşma
*     İktidarın merkezileşme olmadan yoğunlaşması

Okunaksız

Fırında çalışan işçilerin toplumsal sınıf kavramının onlar için ne ifade ettiği…Onlar için sınıf, benlik ve sosyal koşulların çok daha kişisel bir biçimde değerlendirilmesini içeriyordu. ABD’de sınıf bir kişisel karakter meselesi olarak algılanır.

Avrupalıların gözünde, objektif toplumsal konum ölçütleri, sınıfsal ekonomik verilerden oluşurken, ABD’de ırk ve etnisite öne çıkar.
Fırındaki en önemli yenilik korkunç bir paradoksta gözüne çarpar yazarın. İleri teknolojide çalışan herşeyin kullanıcı dostu olduğu bu işletmede işçiler çalışma tarzlarından dolayı kendilerini kişisel açıdan alçalmış hissediyor. Bir fırın işçisi için cennet olan bu mekanda işe neden böyle bir tepki verdiklerini işçilerin kendileri bile anlamıyor.

Risk

Yazar kapitalizmin insan karakterindeki aşınmanın risk boyutunu bar işletmecisi olan genç ve güzel Rose’un rutin hayatını bırakıp aldığı teklif üzerine riskli olan medya hayatına girmesi hikayesiyle anlatır.

Rose, huzurlu ve karlı ortamının dışına çıkmaya karar verir. Ama bu riskli ortam onu korkutur. Ve küçük işletmesi olan bara geri döner. Geri dönmesinin asıl nedeni kültür şokudur. Küçük bir işletmede görmeye alıştığı günlük kar-zarar veya başarı-başarısızlık bilançosunun aksine reklam firması tamamen gizemli bir biçim değiştiriyordu.


Bu yeni işletmede;

*    Hiçbir zaman iyi mi yoksa kötü mü not aldığını bilemiyordu.
*    Herkese dedikodu yapması gerekiyordu.
*    Hiç birşeyin üzerine yapışmasına izin vermemeliydi.
*    Kendisi gibi orta yaşlı insanlara külüstür gözüyle bakılıyordu.
*    Birikim ve deneyimlere hiç değer verilmiyordu.

Geçmiş dönemde risk almak, kişinin karakterinin sınandığı zorlu bir test gibiydi. Herşeyi riske atma arzuları insanları adeta birer kahramana dönüştürüyordu.
Ancak artık risk alma isteği, sadece girişimci kapitalistlere ya da olağan üstü maceracı bireylere özgü bir özellik olarak görülmüyor. Risk kitleler tarafından her gün omuzlanması gereken sorumluluktur.
Risk cesaret etme kelimesinde gelir. Kahramanlığı ve özgüveni çağrıştırır. Risk salt fırsatlardan ibaret değildir. Risk almasını bilen kişi belirsiz ve muğlak bir ortamda ayakta kalabilen kişidir.

İş Etiği

Günümüzde geçmiş deneyimlerin derinliğinin en fazla saldırıya uğradığı alan iş etiğidir. Eski biçimiyle iş etiği kişinin zamanını özdisiplin çerçevesinde kullanması ve mükafatları ertelemesi anlamına gelirdi.
Eski iş etiğinin dayattığı çalışma düzeni insanı kendi değerini işi aracılığıyla ispatlamaya itiyordu. Modern iş etiği de kişinin kendinden vazgeçmesine çare olamıyordu.

Yeni düzenin kültürü kişinin iç bütünlüğünü büyük ölçüde zedeler. Rico’nun da yaşadığı gibi bu kültür iş yerindeki esneklikle kişinin etik değerleri arasına bir duvar çeker. Boston fırıncıları gibi basit işler yapan işçiler, süreci anlayıp katılma imkanına sahip değildir. Rose’un yaşadığı gibi sürekli risk almak depresif bir süreç haline gelir. Yeni takım çalışması ruhu hizmetkarlarıyla dürüstçe yüzleşemeyen kolaylaştırıcı ve süreç yöneticilerini efendi mertebesine yükseltmiştir.

            Eski İş Etiği                                             Yeni İş Etiği

1)      İnsan kendi değerini işi aracılığıyla ispatlamaya çalışıyordu.
1)      Kişinin kendinden vazgeçmesine çare olamıyor.
2)      Kişinin zamanını özdisiplin çerçevesinde kullanmasına dayanır.
2)      Zamanının tümünü çalışmaya ayırması beklenir.
3)      Rutine ve zaman programına pasifçe boyun eğmekten çok içselleşmiş gönüllü bir disipline vurgu yapar.
3)      Rutine boyun eğen zorunlu çalışmak bir erdem olarak kabul edilir.




Başarısızlık

Başarısızlık, en büyük modern tabusu. Başarıya ulaşma reçeteleriyle dolu olan popüler
kitaplar, başarısızlıkla baş etme konusunda büyük ölçüde sessiz. Kişinin başarısızlıkla yüzleşmesi ve başarısızlığa yaşam öyküsünde yer verme meselesi, bizi için için kemiren ama başkalarıyla nadiren tartıştığımız bir konu.

Başarısızlık artık sadece en yoksul ve çaresiz kesimleri bekleyen bir kader olmaktan çıkarak orta sınıfların yaşamında da daha sık karşılaşılan sıradan bir olay haline geldi.
Başarı ve başarısızlığın birbirine zıt kabul edilmesi bile başarısızlıkla yüzleşmekten kaçınmanın bir yoludur.

Kariyer “iyi yapılmış bir yol” ise bu yolu oluşturmak kişisel başarısızlığın en güçlü panzehiriydi. Kariyer arzusu yeni bir olgu değildir. Karakterimizi geliştirenin çalıştığımız farklı işlerden ziyade kariyerimiz olduğu fikri de öyleydi.

Başarısızlık etrafını kuşatan tabular yüzünden genelde kafa karıştırıcı olan ve iyi tanımlanamayan bir deneyimdir.
Günümüzün bu esnek ve parçalı dünyasında sadece geçmişte yaşananlara dair bir anlatı oluşturmanın mümkün olduğunu, gelecek olaylara dair öngörülerde bulunan anlatılar yazılamayacağını söyleyenler çıkabilir. Bu durumda esnek rejimin insanlarda sürekli toparlanma halinde bir karakter yapısı ürettiğini söylememiz gerekir.
Modern kapitalizmin başarısızlığa mahkum ettiği insanların sayısının giderek artması daha geniş bir cemaat duygusunu ve daha güçlü bir karakter hissini gerekli kılıyor.

Tehlikeli Bir Zamir

Yeni kapitalizmin yol açtığı sorunlara yönelik en ciddi politik çözüm önerileri bu kapitalizmin işlediği mekanlara odaklanıyor.
Yeni kapitalizme dışarıdan, yani işlediği yerler üzerinden meydan okumak mı yoksa işleyişini bizzat içeriden reforma tabi tutmak mı daha etkilidir?

Yer bir coğrafya, bir politika mekandır; Cemaat de yerin toplumsal ve kişisel boyutlarının toplamıdır. Bir yer, orada yaşayan insanların biz zamirini kullanmaya başlamasıyla bir cemaat, bir semt haline gelir.
“Biz” kelimesinin dış dünyada karşıt bir referans noktası olarak kullanılması epey sorunludur.
Günümüzde bu kurgusal “biz” kapitalizmin yeni ve şiddetli bir biçimine karşı savunma sağlamak için tekrar yaşama dönmüştür.



Sağlıklı biçimde kendi ayakları üzerinde durabilen bir kişi, koşullar gerektirdiğinde diğerlerinden yardım ister ve kime güveneceğini bilir. Yakın ilişkilerde birisine bağımlı olmaktan korkmamız o kişiye güvenemediğimizi ve savunma güdümüzün baskın çıktığını gösterir.

Karakterimizi ilgilendiren “bana kim ihtiyaç duyuyor?” sorusu modern kapitalizmde yoğun saldırı altında. Sistem insanlara kayıtsızlık aşılıyor.
Eski, katı sınıflara bölünmüş kapitalizmin yaydığı kayıtsızlık bütünüyle maddiydi. Esnek kapitalizm ise daha az bütüncül, daha okunaksız bir sistem olduğu için çevreye yaydığı kayıtsızlık daha kişiseldir.

İçinde yaşadığımız tarihsel dönemle ilgili olarak yazar şu yargıyı ortaya koyar: “...değişim kitlesel ayaklanmalarda değil, ihtiyaçlarını birbirleriyle paylaşan insanların arasında, toprakta yetişir. İnsanları birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejimin, meşruiyetini uzun süre koruyamayacağından eminim.” 

Sonuç olarak iş çevresinin, teknolojik gelişmelere kolay ayak uydurması (esnek üretim), hiyerarşi ve bürokrasinin en aza indirilmesi (esnek yönetim), çalışma zamanlarının da gelişmelere ve değişmelere paralel olarak düzenlenmesi (esnek-zaman), takım çalışmasının öğrenilmesi ve uygulanması, riskleri minimize etmesi; doğru saptaması, dağıtması ve onlarla başa çıkması ile gelişen kapitalizme ayak uyduracağı ve gelişen piyasada başarılı olması mümkündür. Aksi taktirde başarısız olması kitabın yedinci bölümündeki IBM örneğinde olduğu gibi başarısızlığa mahkum olur. Çalışanlar açısından bakıldığında ise güvensizlik duygusu, duygu sürüklenmesi, karakter bozulması kaçınılmazdır.
Senet karakter aşınması kitabıyla modern kapitalist sistemin toplumun manevi değerleri üzerinde nasıl olumsuz bir etki yaptığını ve insanların karekterlerindeki tahribatı anlatmaktadır.


SAYGI


Yazarın bu eseri tam anlamıyla bir otobiyografi olmamakla beraber düşünceler hayat hikayeleri üzerinden verilmiştir.
Annesiyle yerleştiği Cabrini konutlarındaki anılarıyla başlar.Burası zenciler, yoksullar beyazlar,savaş gazileri ve akli dengesizliği olan kişilerden oluşan karışık bir topluluktu.

Cabrini projesi ırkçılık ve sınıf farklılığı olarak adlandırabileceğimiz iki önemli toplumsal yarayı sarmayı amaçlıyordu. 
Ama bu projede insanlar refah bağımlılığının ,ırkın aşağılayıcılığıyla ve insanların kendi yaşamları üzerinde kontrole sahip olamaması sorunlarıyla karşılaştılar.Bu durum insanların birbirine saygılarını azltmaktadır.

Richard Sennett’de Cabrini Green için “Savaş sonrası hızlı gelişmeden önce terk edilmiş olmanın ne demek olduğunu tarif eden, siyahların, yaralanmışların, akli dengesini yitirmiş olanların bir karışımından oluşan bir topluluktu.” yorumunu yapar. “Bu dünyanın ilginç .” bir sınıfsal yapısı vardı. Çoğu Yahudi’ydi, ama bu etnik değil, kültürel bir gruptu.” Irklar arası çatışma semtten eksik olmuyordu. Sennett, bir dönem sokaklarda, Amerika’da çok tartışılan cam savaşlarına yakından tanık olmuştu; farklı ırklardan gençler birbirlerine sokak ortasında kırık cam parçaları fırlatıyorlardı; yazar, bir seferinde boğazı kesilen bir siyah kızın ölümün eşiğine geldiğini görmüştü. Yine de bu yakınmalara rağmen, anne-oğulun iki oda ve bir banyodan oluşan evlerindeki hayat, çevrelerindeki bu karmaşadan belli derecede yalıtılmış sayılırdı. Beyazlar, bölgede çalışan sosyal işçileri “kendilerine yönelen siyah tehdidin bir uzantısı” olarak görüyorlardı; siyahlarsa her zaman temkinliydiler. Sennett’in o dönemden aklında kalanlardan biri bir araba içinde oyun oynarken kendisini izleyen karanlık adamlardır. Yazar, Mc Carthy döneminde bol bulunan bu adamların amaçlarının, sosyalist bir sosyal işçinin oğlunun arkadaşlarının kimler olduğunu saptamak olduğunu tahmin etmektedir. 

Yazar saygının hangi durumlarda gösterildiğini,saygı ile eşitsizlik arasındaki ilişkinin ne olduğunu,kendine saygının yalnızca ekonomik düzeyde değil ,kişinin ne yaptığına,onu nasıl başardığına da bağlı olduğunu ve saygı kazanmak için zayıf ve muhtaç olmanın ne derece gerekli olduğuna değinmiştir.

SAYGI;Statü,prestij,tanıma ,onur,itibar kelimeleriyle eş anlamlıdır.
Statü bir kişinin toplumsal hiyerarşide bulunduğu yere işaret eder.
Prestij,statünün diğerlerinde uyandırdığı duygularla ilgilidir.
Karşılıklığı anlatan şeye ise tanıma denir.
Onur ise toplumsal sınırların ve uzaklığın silinmesine işaret eder.