Hazırlayan: Zehra IŞIK1 1 Marmara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Din Psikolojisi Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi, İHL Meslek Dersleri Öğretmeni, muallimzehra@hotmail.com Toksöz Bayram KARASU, Erzurum’un Hasankale ilçesinde dünyaya gelmiş, 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirip Amerika’ya gitmiş, Yale Üniversitesi’nde psikiyatri ihtisası yapmıştır. Halen Albert Einstein Tıp Fakültesi’nin Psikiyatri ve Davranış Bilimleri Bölümünde Üniversite Başkanı’dır. Ayrıca Montefiore Tıp Merkezi’nin baş psikiyatrlığını yürütmektedir.
“Huzurlu Yaşama Sanatı” adlı kitabı Amerika’da best-seller olmuş ve birçok dile çevrilmiştir. Kitapta yazar kendisine danışanların öykülerinden yola çıkmakta ve bölüm konularını onların aşmaya çalıştığı sorunlar üzerine kurmaktadır. Bu tanıtım yazısında her bölüme ait bir örnek olay seçilerek, kısaca anlatılmıştır. Kitap üç ana bölümden oluşmaktadır: HUZURLU YAŞAMA SANATI I-HUZURLU BİR YAŞAM İÇİN RUHUN YOLU SEVMEKTİR.
II-HUZURLU BİR YAŞAM İÇİN MANEVİYATIN YOLU İNANMAKTIR
III-HUZURLU BİR YAŞAM İÇİN TANRI’NIN YOLU İNANMAK VE SEVMEKTİR Mutluluktan Ne Anlıyoruz? Başımıza gelen aksilikler karşısında mutlu olmak şöyle dursun, yaşamaya devam etmeyi nasıl beceriyoruz?
Bir sevdiğimizi kaybettiğimizde, ciddi hastalıklarla karşılaştıktan ve ölümle burun buruna geldikten sonra nasıl oluyor da hala hayatta anlam ve mutluluk buluyoruz?
Cevabı, yetişkin ruhlu olmak ve maneviyatçı bir kişi olmakta yatar.
Günah çıkartan insanları yıllarca dinleyen ve insan doğası hakkında öğrendiklerini iki cümleyle özetleyiveren bir rahip şöyle der: “Birincisi, insanlar düşünüldüğünden daha mutsuz, ikincisi, yetişkin insan diye bir şey yoktur.”Yetişkinliğe erememiş insanlar ruhlarını ve maneviyatlarını geliştiremezler ve dolayısıyla mutsuzluğa kronik olarak yatkın kalırlar. Scott Peck: “ Manevi gelişim yolundaki ilk adım, yetişkin olmaktır.”
İnsanlar mutluluğu hiç olmadık yerlerde ararlar: Mal, mülk, para ve iktidar elde ederler ama terapi veya ilaçlarla ayakta dururlar. İlham veren seminerlere katılırlar ve laik maneviyatı konu alan birtakım kişisel gelişim kitapları okurlar. Tatmin olamazlar.
Herkesin arzulamakta olduğu o “şey”, olağan ve geçici mutluluktan ziyade, olağanüstü ve kalıcı, keyifli bir huzurdur. Psikolojik bir ifadeyle, ruhlu ve manevi bir varlığa demir atmış, tam bir yetişkinlik halidir. Bu ruh halinin kapısını ancak hem ruhu hem de maneviyatı içeren birleşik bir anahtar açabilir. Bu anahtar, ruhu sevgi vasıtasıyla içerir: Başkalarını sevmek, çalışmayı sevmek ve ait olmayı sevmek. Maneviyatı ise inanç vasıtasıyla içerir: Kutsala inanmak, birliğe inanmak ve Tanrı sevgisinde zirveye ulaşır.
Mutluluğun kolay ya da kestirme bir yolu yoktur, yalnızca ona doğru giden yavaş ve çetin bir yol vardır. Bu yolun bir varış çizgisi de yoktur. Sadece başlama noktası vardır. Şu anda bulunduğumuz nokta, başlamak için en ideal yerdir.
I-HUZURLU BİR YAŞAM İÇİN RUHUN YOLU SEVMEKTİR. Başkalarını Sevmek Kendini sevmek, başkalarını sevmekten önce gelir.
Lisa ve Joe; kişilik yapıları birbirinden oldukça farklı iki sevgili… Lisa kendini bağımsız hissetmek için insanlarla arasına mesafe koyardı. Joe ise kendini bütün hissetmek için başkalarıyla fazla yakınlaşmaya ihtiyaç duyardı. Lisa annesinden uzak durarak aklıselimini korurdu. Joe boşanmış bir çiftin çocuğuydu. İkisi de birbirinin kusursuz olmasını isterdi. İkisi de birbirini kıskanır ama itiraf edemezlerdi.
Kıskançlık, doğal ve insani bir duygudur, ruhun yapı taşlarından biridir. Ama saplantıya dönüşme potansiyeli taşır.
Onlar kişiyi sevilebilir kılan şeyin kişisel kusurlar olduğunu henüz bilmiyorlardı. Birini sevmek o kişiyle birleşmek anlamına gelmez. Çağlar boyu, başka biriyle birleşmek yoluyla bütünlüğe ulaştığımız ve birbirimizi tamamladığımız fikri, çoğu kez kalıcı ilişkiler pahasına, romantik edebiyatın temel esin kaynağı ve aşk hakkında yazılmış sayısız romanın çarpıcı doruk noktası olmuştur. Farklılık evrendeki tek mükemmelliktir.
Sağlıklı bağlılık, sağlıklı mesafe gerektirir. Kişilerden her biri, kendisininkine aldırış etmeksizin diğerinin yalnızlığını korumalıdır. Kişiler ancak ayrı olarak birlikte olabilirler. Yazar kıskançlık ve bağlılık konusunda şöyle bir anlayışı benimsememiz gerektiğini önerir: “Az sadakat bekle, çok sadakat bul.”
Joe ve Lisa evlenmeye yani ilişkilerine daha fazla emek vermeye karar verdiler.
Her iki cins de evlilik için seçeceği partnerde farklı nitelikler arar: Zeka, cinsel arzu, sağlık, mizah duygusu, iyi genler vs…Erkeklerin fiziksel güzelliğe, kadınların ise maddi zenginliğe tav oldukları görüşü, mübalağanın yanı sıra az da olsa gerçeklik payı taşır.Eş seçimindeki kriterler ( güzellik, zenginlik, sağlık, zeka) geçicidir. Kalıcılık potansiyeli taşıyan bağlar ise, başkalarına cömert davranma, zorluklara göğüs gerebilme ve karşısındakinin değerli bildiğine saygı gösterme gibi niteliklerdir.
Çoğu evlilik, sağlıklı çelişik duygularla ama aynı zamanda iyi niyetlerle başlar. İki insan birçok tatmin arayarak, sadakatle hayatlarını birleştirirler. Birey partnerinden kendi potansiyelini açığa çıkarmasını beklerse, partnerinin bu beklentiye karşılık veremediğini sık sık fark eder. Evlilikleri böylesine kırılgan kılan belki de ilişkilerimizi gözümüzde idealleştirme huyumuzdur. Kişi sağlıklı bir denge kurmak zorundadır.
Evlilik aynı zamanda hem bağlılık, hem bireyleşme gerektirir. Yürüyecek evliliğin habercisi, genelde özveri, özelde bencilliktir. Birçok evlilik, ihmal-öfke-şüphe-kıskançlık-aşağılama sürecinden geçtiği için boşanmayla son bulur; bu süreçte, çiftler güven erozyonuna uğrarlar ve ruhları verimsizleşir. Nihayet partnerler birbirlerine hala aşık olsalar bile, boşanma bu fasit, karşılıklı olarak tüketici daireden kaçmanın tek geçerli yolu haline gelir. Bu fasit dairenin ilişkide yer etmesine izin verilmezse, evli bireylerin geçici aşk maceraları genellikle çok büyük acı vermekle birlikte, ille de boşanmayı hızlandırmaz.
Sevmek, bağışlamak demektir. Özellikle de bağışlanamaz görüneni bağışlamak! Martin Luther King: “Bağışlayıcılık arada bir ortaya konan bir tavır değil, daimi bir tutumdur.” Der. Yazar David Ausburger de şu sonuca varır: “Hiçbir düşüncemiz kusursuz, hiçbir işimiz hatasız olmadığından ve insanlık hali her zaman bir miktar sınırlılık ve yanılma payı içerdiğinden, bağışlayıcılığa sığınırız.”
Joe ve Lisa karı-koca olmakla kalmayıp “ruh dostları” da oldular.
Ruh eşi bulunmaz sonradan oluşur. “İnsana olan sevgisinden ötürü, kişi zaman zaman gelişigüzel birine sarılır.” Diyor, Nietsche. Ama sarıldığı kimsenin zamanla bir ruh eşine dönüşmesi için, kişinin sarılışını devam ettirmesi gerekir. Ruh eşi olmak, dostluk, sevgililik, kardeşlik gibi ilişkilerin tüm unsurlarını barındırır ama aynı zamanda onlardan hayli farklıdır.
Ruhsuz kişi, kendine ruh eşi aramaya kalkarsa yine yalnızca kendini bulur.
Biz insanlar ruh eşine sahip olmanın değerini ancak kaybettiğimizde anlarız. Sonra da onun yerini dolduracak bir şey bulmak için uzun ve sancılı bir yolculuğa çıkarız. Ne yazık ki, ruh eşlerinin dublörleri yoktur. Çalışmayı Sevmek Glenn, elli iki yaşında eşinden boşanmış bir sigorta acentesi idi. Yıllardır birçok işe girip çıkmıştı. Sıradan işlerle uğraşmaya tenezzül etmezdi. Mutsuzdu, tatminsizdi. Kendini her zaman yorgun hissetmekten yakınırdı ama birçok uzmana danıştığı halde kendisinde herhangi fiziksel bir sorun saptanamadı. Mutsuz bir insandı ve mutsuz insanların genellikle bağımlısı oldukları türden bazı alışkanlıkları vardı: Çoğu zaman radyo dinleyerek, televizyon seyrederek, 900’lü numaraları arayarak hatta işyerinde sarhoş olarak geçirirdi. Her gün saçma sapan gündüz düşlerine dalar, ünlü ve çok zengin olacağını hayal ederdi.
Mutluluk, tüm duyuların doyurulması ya da sürekli ve çılgınca bir heyecan arayışı anlamına gelmez. Boş zamana gereğinden fazla değer veririz, hatta kimi insanlar iş saatlerinde bile dinlenmek için fırsat kollarlar. İşlerinden ve gevşemeye yeterince vakit bulamayışlarından yakınıp dururlar. Halbuki kendilerine tanıdıkları boş zamanları çoğalttıkça daha derin bir mutsuzluğa düşerler. Çünkü sorun boş zaman yetersizliğinden değil, boş zaman kavramının kendisinden kaynaklanmaktadır.
Gerçek şu ki, boş zaman ancak çalışmayı takip ettiği zaman haz veren bir şeydir. Kendini sahiden işine kaptıran kişi, mutlu olup olmadığına kafa yormaz.
Bir defasında Freud’a, mutlu ve normal bir insanın neyi iyi yapabilmesi gerektiği sorulmuş. Soruyu soran derin ve karmaşık bir yanıt beklemekteymiş. Oysa Freud’un karşılığı, belki de aldatıcı bir sadelik içeriyormuş: Çalışmak ve sevmek, demiş Freud. Sufilerse, eğer çalışmayı seviyorsanız, bu sizin imanınızdır, diyecek kadar ileri giderler. Katolik keşişler, çalışmanın dünyanın kitabı olduğunu söylerler.
Ruh sadelikte, gündelik işlerin ayrıntılarındadır. Bu ister odun kesmek olsun, ister ev temizlemek, ister yemek pişirmek, yazı yazmak, otobüs kullanmak ya da sabah yatağından kalkıp işe gitmek.
Kişi farkındalık geliştirdiği zaman en dünyevi eylem bile İlahi’nin yakın tecrübesi haline gelebilir. Günlük çalışmalarımızda Tanrı’nın bir uzantısı olarak bu yaratıcılık sürecine gireriz. Biz yaratılmışızdır ve yaratırız. Bu da çalışma ve yetkinlik gerektirir.
Thomas Moore: “İşimize akıttığımız sevgi, kendini sevme olarak bize geri döner ”der. Bu öz sevgi, kişinin benliğinin işine yansımasıdır.
Kendini işine kaptırarak çalışmak etkili bir antidepresandır. Melankolinin aylaklıktan daha büyük bir sebebi, meşguliyetten daha iyi bir tedavisi yoktur.
Glenn, kendini işine kaptırmaya olan gönülsüzlüğü, hiçbir işi iyi öğrenmediği ve dolayısıyla işi için kendini yetersiz hissettiği gerçeğiyle kısmen bağlantılıydı. Başarısızlık başına vurmuştu. Kibri başka insanların rehberliği altında iş öğrenmesine izin vermezdi, özellikle de o kişi kendisinden gençse… Başarılı olacaksa kendi başına olacaktı. Aslında başarısızlığın sebebi genellikle budur: Başkalarından yardım istememek… Glenn, başarısızlıklarına başarısızlık katmaktaydı. Başarılı erkekler bile, kazanma kavramını aşmayı öğrenmedikleri takdirde hayatlarının son demlerinde benzer bir zorlukla karşı karşıya kalırlar.
Yaşlı erkeklerin kadınlara göre daha ihtiyar, daha yalnız ve çaresiz oldukları gözlemlenir. Erkeklerin peşinde oldukları en önemli şey iktidar, parmaklarının arasından kayar gider. Kadınlarsa, geleneksel olarak, uğradıkları kayıplara göğüs germelerine yardımcı olan kalıcı kişisel bağlantılar geliştirmişlerdir.
Kadınlar çocuk doğurur ve yetiştirirler. Aileyi besler, ev temizler, sıradan işlerle uğraşır. Çocukları okula oyuna götürüp getirirler. Yatmadan önce onlara masal okurlar. Annelerin özverilerini tam layıkıyla takdir etmek imkansızdı. Başyapıtların arkasına kazınan imzalar aslında onlara aittir. Hangi meslek için yaratıldıklarını bulmak, severek çok çalışmak ve aynı zamanda, başarısızlıklardan bile başarılar yaratabilen kalıcı ilişkiler kurmak; erkeklerin onlardan öğrenecek çok şeyleri var. Ait Olmayı Sevmek Thelma, 39 yaşında bekar bir bilgisayar analizcisidir. Kendini hep yalnız hissederdi. Çünkü hayatında hiç erkek, hiç gerçek dost yoktu.
On iki yıl önce ailesiyle arasındaki patolojik bağları koparıp New York’a taşınmıştı. İki ebeveyni tarafından da ihmal edildiğini düşündüğünden kendini yapayalnız hissederdi. Thelma, bilinçli olarak bağlılıklarından muafiyeti seçmişti. Oysa aklı hep onlardaydı, özellikle de annesinde. Ne yaparsa yapsın, aralarındaki olumsuz bağı koparamıyordu.
Psikologlar da, filozoflar da, kişinin “ait olabilmesi” için önce “olması” gerektiğini ileri sürerler. Ama olma ve ait olma birbirini besler. Olma statik bir durum değildir; durmaksızın evrimleşir; kişi, olmanın ancak derecelerini elde eder. Hatta, buna “olma”dan ziyade “oluşma” demek daha doğru olabilir. Aidiyet, kişinin oluşma sürecine ince ince dokunur.
Ebeveyn çocuk birliği, hayata yön veren ana unsurdur. Derin ve geniş kökler salan aile, ruha verimli toprak sunar. En sevgili hikayelerimiz, katılımcısı olduğumuz grup etkinlikleri hakkındadır. Orduda savaşırken, savaş karşıtı gösterilere katılırken, bir spor takımında oynar veya ona destek verirken ya da sevgiyle hatırlanan bir hayır kampanyasında çalışırken yaşanmışlardır.
Bir topluluğa ya da gruba ait olduğumuz zaman, bizi dışarıdan ve içeriden gelen meçhul sonsuzluk tehdidinden koruyacak, yapılı ve sınırlı bir limanımız olur. Dengeli bir aileden gelenler bile liman işlevi görecek bir topluluğun yokluğunda nispeten kırılganlaşırlar. Büyük kentlerdeki gençleri pençesine alan kimlik bunalımına kısmen ailedeki parçalanma yol açar.
Thelma’nın ailesi herhangi bir dinsel, toplumsa ya da siyasi kuruluşa üye değildi. Thelma da kendini “ne rahibeyim ne de günahkarım” diye tanımlardı. Bir benlik felsefesinin aşırı dışa vurumu aidiyeti engeller ve ilişkisel felsefenin aşırı ifadesi de bireyselliğe mal olur; her ikisini de kontrol altında tutmamız gerekir. İçimizde bir yerlerde kendi bireysel ve kültürel tarzlarımıza ait olmak isteriz.
Thelma, bazı akşamlarda bir yardım bürosunda çalışmak üzere gönüllü yazıldı. İlk gidişinden sonra, oradaki insanların ne kadar perişan, ne kadar çileli ve dert yüklü olduklarından bahsetmeye başladı. Thelma bir hayli ıstırap çekiyordu, başkalarıyla beraber…
İnsan kardeşlerimize yönelttiğimiz gerçek şefkat, aynı anda kendimize de hizmet eder. Böyle bir manevi cömertliğin ahlaklı ve merhametli sayılabilmesi için sadece insanlara değil, her şeye yöneltilmesi gerekir. Ateist; “Tanrı’nın benim için hiçbir anlamı yok” diyen kişi değil, aslında yoksul ve aç insanların ya da adalet için çalışmanın kendisi için anlam ifade etmediğini söyleyen kişidir. O halde ateist, bir Yüce varlığın, varlığını inkar eden kişi değil, sevginin, cesaretin, dürüstlüğün ve şefkatin değerine saygı göstermeyen kişidir.
Evlilik, çocuklar, dostlar, kabileler, örgütler ve dernekler ait olma ihtiyacımıza hizmet eder. Din bile insanların ait olma ihtiyacını karşılar.
“ben” değil, yalnızca“biz” Tanrı’ya inanabilir.
II-HUZURLU BİR YAŞAM İÇİN MANEVİYATIN YOLU İNANMAKTIR Maneviyatın Yolu İnanmaktır Kutsala İnanmak, Orta yaşlı dindar ve başarılı bir meslek sahibi olan Jim, iki ruh hali arasında gidip gelmenin ıstırabı içindeydi. Karısı Mary ile on yıldır evliydi ve ona büyük, derin bir sevgiyle bağlıydı ama hiç
tutkusu yoktu. Yeni tanıştığı kendinden yirmi yaş küçük olan Carol ile O’nu aldatıyordu. Üç ay önce Carol’la tanışana dek, sevgiyle aşk arasındaki farktan habersizdi. Carol ile vakit geçirmeyi çok seviyordu, yemek pişirmek, el ele tutuşmak, yürüyüşe çıkmak sadece Carol’ın yüzüne bakmak bile bir keyifti. Carol’un spontaneliği, karısının tertipli, planlı varlığıyla öyle keskin bir tezat teşkil ediyordu ki, Jim’e farklı iki canlı türüyle ilişkide olduğunu düşündürüyordu.
Karısı Mary, aşırı derecede güvenilir ve kestirilebilir biriydi, hayatlarında sürprize yer yoktu. Mary heyecanlarını söndürmüştü belki ama, aynı zamanda birbirleriyle ve başka herkesle ilişkilerindeki gerginliği azaltmıştı. Tedirgin anlarında Jim’e liman olur, tereddütlü dönemlerinde ona arka çıkardı. Carol, O’nun “alter-id” iyse (ilkel ben), Mary de “alter-ego” su (diğer ben) idi. Ne yardan ne serden geçer, iki kadını birden ister, ikisine de ihtiyaç duyardı.
Paul Tillich, “İnayet bizi, büyük acı ve huzursuzluk çektiğimiz zamanlarda bulur.” der. Jim için de öyle oldu. Prostat kanseri oldu. Doktorları O’na tedavinin bir parçası olarak penisinde bir torba taşımak zorunda kalabileceğini söylemişlerdi. Bu Jim için dayanılması çok zor bir şeydi. Çünkü güçlü olmak O’nun varoluş sebeplerinin başında gelirdi. Jim kendi hikayesinin kahramanı olarak kendine nasıl yardım edeceğini gayet iyi anlamıştı. Carol ile ayrılmak zorundaydı. Zira paylaştıkları ve birlikte yaptıkları her şey tutkuya dayalıydı.
Semptomlar kutsal sinyallerdir.
Hastalıklarımızda Tanrı bize geri döner. Hastalıklar bizi hem bedenlerimizin hem de zihinlerimizin bilincine varmaya yaklaştırır. Jim’in geçmişte uğruna yaşadığı her şey anlamını yitirdi. Daha fazla para kazanmak, ya da mesleki kariyeri için sosyal ortamlara girmek umurunda bile değil. Mademki yaşayacak beş senesi var, vaktini karısıyla, çocuklarıyla ve birkaç eski dostuyla geçirmek istiyor. Bu yön değişikliğinin en şaşırtıcı yanı, heyecanı ve amacı başka yerlerde aradığı zamanlar ihmal etmiş olduğu tüm etkinliklerden şimdi büyük haz alıyor olması… Birliğe İnanmak
Ben hem mumum, hem de ona deli divane olan pervane,
Gül de benim, kokusunda kaybolan bülbül de.
Tüm varlık türleri benim, dönen galaksi ve düşerek uzaklaşan,
Olan ve Olmayan. Siz Celaleddin’i bilenler,
Varın siz söyleyin kim olduğumu,
Benim Siz olduğumu.
Mevlana Celaleddin Rumi
“Sürekli şikayetçi, umursamaz, tahammülsüz, bunalımlı ve her zaman kavgacı” karısı ve arkadaşları böyle tanımlıyordu Philip’i.
O’na göre hayat anlamsızdı ve ebediyet, Tanrı gibi kavramlar saçmalıktı. Philip’in inandığı tek şek kendi aklıydı.
Hayata anlam katan hiçbir kutsala inancı yoktu.
Anlamdan yoksun bir hayat, şüphesiz, en güçlülerimiz için bile taşınamayacak kadar ağır bir yüktür. , Dönüşüme İnanmak Ed, ölmekteydi. Neredeyse hiç ağrı kesici kullanmayan, oldukça sağlıklı bir insan olan Ed,71 yaşında pankreas kanseri oldu.
Önce inkara yöneldi. Sonra hastalığını kabul etti ama yakın zamanda iyileşeceğine inandı. Ağrıları arttıkça bu inancı sarsılmaya başladı.
Hayatı boyunca her sorunun cevabını bulmuştu. Şimdi cevabını bulamadığı bir soru vardı: “neden ben?” Ölümden korkuyordu…
Ed hayatının sona ereceğinden değil belki de hiç başlamamış olabileceğinden korkuyordu.
Ölüm ve Ölmek Üzerine adlı yapıtında Elizabeth Kübler-Ross kişinin içinden geçtiği beş ölme evresini şöyle tanımlar: İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul.
Ölümün yaklaşması, kimilerini daha evvel kaçınılan kararları vermeye, hataları onarmaya, pişmanlıkları dile getirmeye ve af dilemeye yöneltir. Bazıları içinse bunun anlamı Tanrı’yı aramaktır.
“Biz Rabbimize döneceğiz.”( Şuara suresi 50.ayet, Zuhruf suresi 14.ayet)
Ebediyet düşünceleri, bu dünyadaki bitişimizin aydınlık tarafını oluşturur. Ebediyet alemi ve doğası, kültürden kültüre, dinden dine değişir, ama renkli ve cömert bir varış noktası her zaman vardır. Bu nokta, sonsuza dek ve mutlulukla var olmaktır. Ölümün içe doğurduğu kötü hislerse tam tersine bitişimizin karanlık tarafıdır, tam bir bilmezliktir, hiçliktir.
III-HUZURLU BİR YAŞAM İÇİN TANRI’NIN YOLU İNANMAK VE SEVMEKTİR
Başkalarını, çalışmayı ve ait olmayı seven, her şeyin kutsallığına, birliğe ve dönüşüme inanan kişi, ruhlu ve manevi bir hayat yaşamayı deneyebilir. Ama kişi bu olağanüstü esasları nasıl kazanıp geliştirebilir ve böyle bir varoluşu idame ettirmek için gereken enerjiyi ve ilhamı nereden bulur? Cevap: Tanrı’ya inanarak ve O’nu severek.
Ateist çölde bitmiş çalıya benzer. Kendinden başka güvenecek kimsesi yoktur. İç kaynaklarını tükettiği zaman kuruyup solma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Halbuki Tanrıya sığınan erkek ya da kadın, ırmak kenarına dikilmiş ağaca benzer. Böyle insanların dünyada paylaştıkça boşalan rezervleri, kendilerinden öte bir kaynak tarafından yeniden doldurulur, dolayısıyla onlar asla kurumazlar.
Tanrı inancı yaratılışımızdan gelir. “İnanıyorum, öyleyse varım. ”Ana-Maria Rizuto psikanalitik çalışması The Birth of Living God’da şöyle anlatır: Hastalarımdan biri-saldırganca ateist bir anne ile babanın kızı-yedi yaşındayken kapısını kilitleyip yere diz çöktüğünü ve uzun uzun “lütfen Tanrı var olsun,”diye dua ettiğini söyledi. Dua ederken annesiyle babasına ihanet ettiği için kendini suçlu hissediyordu ve diz çökmüş vaziyette yakalanmaktan korkuyordu ama birine, bir şeye ibadet etme ihtiyacı, ailesinin yasak emrinden daha güçlüydü.
Günahın erdemi, kişiyi günah işlemeye ihtiyaç duymadığı bir evreye vardırmasıdır. Günahın amacı, ancak böyle bir varışla gerçekleşmiş olur. Culture of Narcissism’in yazarı Christopher Lasch’a göre, günaha değer verilmelidir. Çünkü günah, iffet, saflık, fedakarlık ve çileci bir “Kutsal’a teslim” yoluyla, manevi gelişime zemin hazırlar. Sonuç olarak der Lasch; erdemin ödülü, kişinin hayatı sona erdiğinde affedilmesini dileyecek ya da nedamet getirecek çok az şeyinin olmasıdır. MUTLULUĞUN SIRRI “Mutluluğun Sırrı” adlı kitabı, yazarın kendi ifadesiyle “Huzurlu Yaşama Sanatı” kitabının bittiği yerden başlamaktadır: Tanrı’ya inanç ve Tanrı Sevgisi. Mutluluğun Sırrı kitabı, bir sonraki ve en son adım olarak şunu hedefler: İnançlı yani sevgi dolu, mütevazi ancak aşırı tutkulu, müşfik ve sevecen, bağışlayıcı ve güvenilir olmak.
Mutluluğun Sırrı Kitabı on bölümden oluşmaktadır:
I-Tanrı’nın Hikmeti
II- İnsanoğlunun Hikmeti
III- İnanç Yüklü Bir Başarı için Çabalamak
IV-İnanç Yüklü Bir Güç için Çabalamak
V- İnanç Yüklü Bir Evlilik için Çabalamak
VI- İnanç Yüklü Bir Aile için Çabalamak
VII- İnanç Yüklü Arkadaşlıklar için Çabalamak
VIII- İnanç Yüklü Bir Toplum İçin Çabalamak
IX- İnanç Yüklü Bir Uyum için Çabalamak
Son Söz: Tanrı’ya İnanıyorum; Dolayısıyla Varım Kitabın bölümlerinden seçmeler: Tanrı’ya İbadet İbadet etmek, dinsel törenleri takip etmek, ayinlere katılmak ya da dini merasim ve görevlere dahil olmak gibi, zaman ve mekana özel bir faaliyet değildir. Tanrı’ya ibadet bir varoluş şeklidir, her zaman ve her yerde. Bu, Tanrı’da yaşamaktır. Aslında her kalp atışınız size Tanrı’nın varlığını hatırlatmalıdır. Bunun sonucunda, aldığınız her bir nefesle Tanrı’nın ruhuyla yankılanırsınız. (“Ben seninleyim”) Nasıl Dua Etmeliyim? Ne İçin Dua Etmeliyim? Eğer dualarınızı taleplerle ilişkilendiriyorsanız, bu soruları yanıtlamak zordur. Ancak duayı tefekkür olarak düşünürseniz, cevaplamak daha kolay olacaktır. Dindar değerler üzerine derin derin düşünebilirsiniz. Mesela, “Nasıl çok daha sevgi dolu ve merhametli birisi olabilirim?” diye sorabilir ya da sadece zihninizi dinginleştirip cevabın sessizlikte kendiliğinden yeşermesini bekleyebilirsiniz.
Dua etmek temelde sakin ve düzenli bir sessizliktir. Bu Tanrı’nın dünyadaki tüm insanların ve yaratıkların kullandıkları bir dil, sessiz ve zahmetsiz bir paylaşımdır. Dua etmek aynı zamanda sizle Tanrı arasındaki etkileşimli bir anlaşmadır. Gençliğinizde bir şeylerin olmasını dileyebilirsiniz; gençlik isteklerinizi temsil eden bir şeyler. Yetişkinliğinizde her şeyi olduğu gibi kabul etme bilgeliğini
edinmeyi dileyebilirsiniz; olgunluğa dair özlemlerinizi ifade eden şeyler. Erginlik yıllarınızda hiçbir şey dilemeyebilirsiniz, hissettiğiniz şükranı gösteriniz. Kutsal düşünme işte budur. Sadece Manevi sevgi gerçek mahremiyeti etkiler: Evlilikte kesinlikle emin olabileceğiniz tek bir şey vardır: Eşinizde kusurlu bulup reddettiğiniz şey her ne olursa olsun, bu hiçbir zaman değişmeyecektir. Bu noktada söylenecek tek bir şey varsa o da reddinizin sadece “kusurları” sürekli kılacağıdır… Değişmek için sevilen biri tarafından kabul görmekten daha güçlü bir güdü yoktur. Eşinizi eleştirmeye devam ederseniz sizinle kafasındaki düşünceleri ve içindeki duyguları paylaşmayı bırakacaktır. Eleştirilen eş sizden sakınacaktır. Birisinin kusurlarını işaret etmek ruhu incitir ve incinen ruh yaralarını saklamaya eğilimlidir. Eşiniz, sizin talepleriniz doğrultusunda bir eşe dair betimlediğiniz rolü oynayan bir oyuncu, gerçek olmayan bir insan haline gelecektir. Böylece yüzeysel değişiklikler açısından savaşı kazanmış olur, ancak eşinizi daha derin bir zeminde kaybedersiniz, çünkü gerçek ve samimi olmayan bir insan sizinle içten gelen bir tutumla iletişim kuramaz.
Her bölümde yazar, yazdıklarının uygulamasını anlatmak için bazı alıştırma önerilerinde bulunur. Bu bölümün sonundaki alıştırma şu şekildedir:
PSİKO-MANEVİ UYGUNLUK İÇİN ALIŞTIRMALAR Tanrı beni eşime yardımcı tayin etti. Kendini tanımanın düşünce egzersizi Eşimin bireyselliğine karşı saygılı ve koruyucu muyum? Minnet duası egzersizi Sevgili Tanrım, beni olduğum gibi kabul ettiğin için Sana teşekkürler. Manevi düzen için yapılan egzersiz Eşimi olduğu gibi kabul edeceğim
Son söz: Yazara göre insan; sadece inanç sahibi birisi olarak güçlü ve başarılı olabilir, neşe ve mutluluğu yakalayabilir, sıradan bir hayat sürerken sıra dışı bir manaya sahip varoluş sergileyebilir. .
Huzurlu Yaşama Sanatı
Boyner Yayınları, İstanbul 2008, 239 s.
Mutluluğun Sırrı
Alfa Yayınları, İstanbul 2010, 263 s.
Benim adım Irrua Uzman Hastanesi Dr Wilson Jones, organ cerrahisi uzmanıyım ve satmak isteyen insandan organ alımı ile uğraşıyoruz, Böbrekinizi satmak ilginizi çekiyorsa, lütfen geri dönmekten çekinmeyin. Bizi daha ileriye taşıyabiliriz. Ve böbrekinizi satmaya hazırsanız, bu bizim E-postamız.
YanıtlaSilirruaspecialisthospital@gmail.com
Bu, böbrek satmak isteyen herkese açık bir ilan, böbrek nakli ihtiyacı olan hastalarımız var, bu nedenle böbrek satmakla ilgileniyorsanız, lütfen iowalutheranhospital@gmail.com adresindeki e-posta adresimizden bizimle iletişime geçin.
YanıtlaSilAyrıca +1 515 882 1607 numaralı telefondan whatsapp'ı arayabilir veya bize yazabilirsiniz.
NOT: Güvenliğiniz garanti altındadır ve hastamız, onları kurtarmak için böbrek bağışı yapmayı kabul eden herkese büyük miktarda para ödemeyi kabul etmiştir. Sizden haber almayı umuyoruz, böylece bir hayat kurtarabilirsiniz.