Bu Blogda Ara

28 Haziran 2011 Salı

"Ben Nesli ve Narsizim İlleti" Hazırlayan: Beyza AKINAL


  BEN NESLİ”
     
 Dr. Jean M. Twenge
Yazar, araştırmacı psikolog,  öğretim görevlisi ve dünya çapında seminerler veren bir konuşmacı.
Halen San Diego Üniversitesinin Psikoloji bölümünde doçent   ünvanıyla öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.
     
   NARSİZİM     İLLETİ
Asrın Vebası                                         
Dr. W. Keith Campbell
Dr. Jean M. Twenge
 Dr. W. Keith Campbell
Georgia Üniversitesinin psikoloji bölümünde öğretim görevlisidir. Yetmişin üzerinde bilimsel yayını bulunmaktadır.

Türkiye’de Ben Nesli
 Gelişmiş Batı ülkeleri ve bu gelişmişlikten etkilenen tüm ülkelerde çokça dile getirilmeyen trajik sorunlar mevcut. Jean M. Twenge, kendisi de bir Amerikalı olmasına rağmen çok açık konuşmayı tercih ediyor. ABD’den tüm dünyaya yayılan, tarihte bir benzerinin yaşanmadığı kitlesel yozlaşma sürecini inceleyen Twenge, genç neslin hızla ve şaşırtıcı bir şekilde dengesini kaybettiğini dile getiriyor. Amerikan kültürünün etkisine maruz kalan toplumlarda atadan ve aileden gelen ahlaki değerlere karşı bir isyan haline vurgu yapan psikolog Twenge, değerlerin yitirilmesinin bedelinin ağır olacağı öngörüsünde bulunuyor. Durumun acı fotoğrafı ise şu: Bulaşıcı hastalık derecesinde yaygın bir narsisizm/enaniyet, hayalî iyimserlik, gittikçe artar oranlarda genel kaygı ve depresyon.
Ben Nesli ABD’de yapılmış, 1,3 milyon genç hakkındaki bilgilere dayanan 12 araştırmanın sonuçlarını içeriyor. 1970, 1980 ve 1990′lardaki Ben Nesli diye adlandırılan genç insanlara odaklanıyor. Ben Nesli’nin niçin bu kadar özgüvenli ve iddialı fakat bir o kadar da depresif ve kaygılı olduğu sorusundan yola çıkıyor ve ayrıntılı araştırma sonuçlardan faydalanarak içinde yaşadığımız çağı fotoğraflıyor. Kitap zaman zaman farkına vardığımız, dile getirdiğimiz durumları sağlam kanıtlara dayandırarak karşımıza çıkartıyor. Örneğin hepimiz günümüz çocuklarının eski nesillere kıyasla daha fazla psikolojik problem yaşadığının farkındayız. Kitaptaki rakamlar bize bunun azımsanmayacak bir oranda olduğunu söylüyor. Texas’taki Tarrant County’de okul bölgesi raporları, 39 okulun %93′ü anaokulu çocuklarının beş yıl önceki çocuklara kıyasla “daha çok duygusal ve davranışsal bozukluk” sergilediklerini belirtiyor. Yine kitapta bahsedilen araştırma sonuçlarına göre, 1990′lardaki ortalama bir üniversite öğrencisi, 1950′lerdeki öğrencilerin %85′inden, 1970′lerdeki öğrencilerin %71′inden daha endişeli. Yaşları 9′a kadar inen çocukların endişeli olma hali, 1950′li yıllarda yaşamış çocuklara kıyasla çok yüksek. 1980′lerdeki normal okul çocukları 1950′lerdeki çocuk psikiyatrisi hastalarından daha yüksek miktarda endişeye sahip. 2001′de yapılan bir ankette, gençlerin %75′i bazen sinirli ve gergin olduğunu, bu oranın yarısı kadar genç de her zaman böyle olduğunu söylemiş. 2001′de her üç üniversite öğrencisinden biri, sürekli bunaldığını ifade etmiş. Bu oran, 1980′dekinin tam iki katı.

Kitapta odaklanılan Ben Nesli dünyanın merkezine kendisini yerleştiren bir nesil. Toplum kuralları yeni nesil için anlamını yitiriyor, fedakarlık gibi değerler yerine “kendisi olmak” birey için en önemli değer haline geliyor. Medya aracılığıyla çocuklar sık sık “kendin ol, başkalarının ne düşündüğünü önemseme, bu senin hayatın” mesajlarını alıyorlar. Kitap “kurallara uymayın, neyle mutlu oluyorsanız onu yapın.” mesajı veren bir çok filme örnekler veriyor. Bunlar verilen mesajların farkında olmadan hepimizin beğenerek izlediği filmler.
Gençler için yaşam artık bir “kişisel ifade biçimi” halini alıyor. Giyinirken, yerken, gezerken, evlenirken bile farklı olmak, kendilerini ifade etmek istiyorlar. Bir kendini ifade biçimi olarak estetik ameliyatlar ve piercing, dövme yaptırma yaygınlaşıyor. İnanç sistemleri de kişiselleşiyor. Kurumsallaşmış dine inanç zayıflıyor, cemiyet ve derneklere katılım azalıyor.
Artık kendin olmak, kendini olduğu gibi ifade etmek, her şeyi açığa vurmak moda. Kitap, izlediğimiz pek çok dizi ve filmden bunun örneklerini sunuyor. Gençlik dizisi O.C’nin bir bölümünde 16 yaşındaki Seth, babası “Sözlerine dikkat et. Kibar olmaya çalışıyorum, beni anlamayı denemelisin.” dediğinde şu cevabı veriyor: “Hayır teşekkürler. Dürüst olmayı tercih ederim.”
Kitaptaki araştırma sonuçlarına bakarsak, Ben Neslinin öz saygısı doruğa ulaşmış durumda. 1990′larda ortalama bir çocuk, Ben Nesli öncesi son zaman dilimi olan 1979′daki çocukların %73ünden fazla özsaygıya sahip.
1950′lerin başında 14-16 yaşlarındaki ergenlerin sadece %12′si “Ben önemli bir insanım.” fikrine katılmış. 1980′lerde ise ergenlerin %80′i önemli olduklarını iddia etmişler. Peki tüm bu sonuçlara rağmen neden gençler arasında yaygınlaşan saldırganlıkla ve türlü psikolojik rahatsızlıkla uğraşıyoruz! İçi boş bir öz saygı narsizmi tetikliyor olabilir mi! Öz saygı sandığımız kadar iyi bir şey mi!
Gençlere her şeyi yapabilecekleri, hayallerinin peşinden koşmaları vaaz ediliyor. Ancak bu herkes için mümkün mü! Üniversite hazırlık öğrencileri, %98′lik bir çoğunlukla “Bir gün olmak istediğim yere geleceğim” sözüne katılmış. Beklentiler sınırsız ancak yaşam şartlarının bu beklentilerin gerçekleşmesine izin vermediği bir dünyada gençleri hayal kırıklıkları bekliyor gibi görünüyor.
Kendini keşfetmek,sevmek, mutlu etmek, başkalarına bağımlı olmamak önemli hale gelmiş durumda. Ancak giderek yalnızlaşan ve kendi başlarına kalan gençler kendilerini ne kadar sevebilir!
Türkiye Benötesi Psikoloji Derneği Başkanı Psikiyatr Dr. N. Mustafa Merter bu sonuçları değerlendirirken tedirginliğini saklayamıyor: “Bu nasıl bir çelişki! O kadar övündüğümüz psikolojimiz, psikiyatrimiz, sosyolojimiz, modern eğitim sistemimiz ile biz, nasıl bir hata yaptık da bu kadar kısa bir süre içerisinde insanlığı bu hale getirdik! Anlaşılan şu ki, eğer acil tedbirler almazsak gittikçe yalnızlaşan, aşırı bencil/narsist, zevkperest/hedonist, kaygılı, öfke ve nefret dolu bir insanlığa doğru doludizgin gidiyoruz. Bu çocuklar evlenmeyecek, aile kurmayacak, istikrarlı bir şekilde çalışmayacak ve medyanın kendilerine sunduğu hayalî değerlerle yetinecekler. Tüm dünya sessizce ama kesin bir şekilde, bir ‘Açıkhava Tımarhanesi’ne dönüşüyor.”
Yazar; 1950’ler  ve 1960’ ların başını   Patlama  Nesli ; 1970’lerden sonrasını  Ben  Nesli olarak isimlendiriyor.  “Bebek patlamasının yaşandığı yıllarda  yani 1950’ler ve 1960’ların başlarında katı tutumlu, gri takım elbise giyen öğretmenler tarafından eğitilip alçakgönüllü her şeyin en iyisini Tanrı’nın bildiğini düşünen ebeveynlerce büyütüldüler. Bebek patlamasında doğanların çoğu, 1970’lerde , kendine odaklanma moda olmaya başladığında yetişkin olmuştu. Gençliğe özgü bu tür keşifleri kısa sürdü, çünkü bu neslin gençleri, 21 yaşına gelmeden evlenmeyi tercih etti.
Oysa bugünün 35 yaş altı gençleri, gerçek Ben Nesli’dir. Toplumsal kültüre, bireyin sadece kendine odaklanması fikri, aşılandıktan sonra doğan nesil, görev ve sorumlulukların kişisel benliğin önüne geçtiği bir dünya ile tanışmadı.
Hayatta en önemli şey;
1943’de doğanlar için;
Dürüstlük, Çalışkanlık, Gayretlilik, Vefakarlık, Başkalarına saygılı davranmak
  Ben Nesli için;
Hislerimiz  ve mutluluğumuz; “Temel Hayat felsefem beni mutlu ediyorsa  onu yapmaktır.”
Onaylanma İhtiyacı
1-Ara sırada olsa dedikodu yapmaktan hoşlanır mısınız?
2-Bir işi yapmaktan kurtulmak için hasta taklidi yaptığınız oldu mu?
3-Kendi istediğinizi yapmak konusunda ısrarcı oldunuz mu?
4-Oy kullanmadan önce her adayın özelliklerini dikkatlice incelermisiniz?
5-Kibar biri misiniz?
6-Hatalarınızı kabullenir misiniz?
İlk 3 soruya  hayır kalan 3 soruya evet dediyseniz  toplum tarafından onaylanmaya ihtiyaç duyuyorsunuz demektir.
İstediğini  Yap
Yazar bu neslin zihinsel işleyişini şöyle ifade ediyor;
 “Şu senaryoyu zihninizde canlandırın: Altı kişiyle birlikte bir masada oturuyorsunuz. Karşınızdaki tahtaya dört çizgi çekilmiş. Orta uzunluktaki hedef çizgisi, yine orta uzunlukta bir A çizgisi, kısa bir B çizgisi ve uzun bir C çizgisi. Hangi çizgi,  hedef çizgi ile aynı boydadır? Siz A cevabını vermeye hazırlanıyorsunuz; ancak diğer altı kişi sizden önce davranıyor ve C diyor. Ne yaparsınız?”
Solomon Asch, bu deneyi 1951’de ilk uygulandığında katılımcıların %74’ü, ilk denemede grubun verdiği yanlış cevabı seçti. %28’i de birçok denemede yine aynı cevabı seçti. İnsanlar gruba uymalarının gerektiğini düşünmüş, göze çarpmak istememişlerdi. Bu çalışma sosyal psikoloji alanında ün kazandı ve derslerde insanların toplumsal doğasına örnek olarak gösterildi. Ancak bazıları,bu düşüncenin hiç kimsenin farklı gözükmek istemediği 1950’lere ait bir toplumsal anlayışı yansıttığını söyledi. Bunun üzerine araştırmacılar, aynı deneyi 1980’lerde tekrar uyguladılar ve tamamen farklı sonuçlarla karşılaştılar. Artık kimse, grupla uyum sağlamayı düşünmüyordu. İnsanlar günümüzde yanlış cevabı vereceklerini bilseler dahi, grupla beraber hareket etmek istemiyorlar. Çalışmayı yürütenler sonunda, Asch’in deneyinin “kendi zamanının çocuğu” olduğuna  karar verdi. 1970’lerde kişisel gelişim kitapları ve terapistler, insanları diğerlerinin düşüncelerini  umursamayarak toplum kurallarını aşmak konusunda cesaretlendirdi. “İstediğini Yap” modern anne babaların en önemli söylemi oldu. 
ÖZ SAYGI
Psikolog Martin Seligman, öz saygı programlarını içi boş ve uzun vadede yetersiz olarak tanımlıyor. Hiçbirşeye dayandırılmadan edinilen öz saygının, uzun dönemde çocuklara bir fayda sağlamayacağını ifade eden Seligman , çocukların becerilerini geliştirecek ve bir şeyleri başararak özsaygı edinmelerinin daha yararlı olacağı kanısında.
Yani özsaygı bir sonuçtur, neden değil. Diğer bir deyişle, öz saygı bir çocuğun kendinden memnun olması için onu cesaretlendirmez. Çocuklar kendilerine duyacakları gerçek saygıyı iyi davranışlar sergileyerek ve bir şeyler başararak gerçekleştirirler.
Eğitim Profesörü Lillian Katz, “Hakkımdaki Her Şey: Çocukların özsaygılarını mı yoksa narsistliklerini mi arttırıyoruz? Başlıklı bir makale yazdı. Makalede, “Yüksek özsaygı yanlısı birçok araştırma, kasten olmasa da kişinin kendiyle aşırı meşgül olması haline bürünmüş narsisizimi arttırır.” Deniliyor. “Özel olmayı arkadaşlık kurmaktan daha çok teşvik eden okul programları yüzünden , çocukların öz saygısını arttırmak yerine, küçük narsislerden oluşan bir ordu yetiştiriyor olabiliriz.
Ben neslinin sahip olduğu iyimserliğin ve güvenin olumlu tarafları da var mı dersiniz? Eğer bu güven gerçekliğe dayansaydı ve narsisizme kaymasaydı,belki…
Çocuklara “Benlik” adlı pamuk helvayı hiçbir temele dayandırmadan ikram ettik.

Hepimiz Bir Gün Ünlü Olacağız..
En çok izlenen saatlerde kanallarda dolaşın, azıcık yiyecekle yaşamaya çalışan Survivor yarışmacılarını, üzerinde böceklerin geçtiği Fear Faktör katılımcılarını göreceksiniz. Neden insanlar bu çılgınca şeyleri yapıyor? Görünüşe göre mücadele etmek ve para kazanmak için, ancak herkes onları gerçekten büyüleyen şeyin ne olduğunun farkında: Televizyona çıkmak! Özellikle ben nesli mensupları olmak üzere çoğu insan, çabuk gelen şöhrete kavuşmak için böcek yemeye razı.
Şöhret arayışı beklide son dönemlerde iyice abartılan düğün yapma tutkusunu da açıklayabilir. Amerikalılar nikahsız birlikte yaşamak bu kadar popülerken, neden hala düğün yapıyor? Yazar Carol Wallace’a göre sadece size özel bir elbise giymek, başka birinin makyajınızı yapması, herkesin güzelliğinize hayran olamsı… Bu gibi deneyimlerin hepsi, sadece iki grup kadın tarafından paylaşılıyor: Ünlüler ve gelinler. Düğün organizasyoncuları bugünün bir günlüğüne prenses olmanın tek yolu olduğunun altını çiziyor ve bizler de buna inanıyoruz.


Başkalarını Sevmeden önce kendinizi Sevmelisiniz
Campell kitabında şöyle diyor: “İyi bir ilşki için gerekli olan 10 şeyin listesini yapsaydım, kendini sevmek bu listede olmazdı. “çoğu insan kendilerine eş seçerken hangi özelliklere dikkat ettiği sorulduğunda , kibarlık veye düşünceli olmak gibi şeyler söylüyor; yani kendini değil, başkalarını seven ve önemseyen kişiler tercih ediliyor.
Ayrıca tek başınalığa alışmak gibi çok açık bir tehlike daha var. Kendinizi ve ruhunuzu sevmeye alışırsanız, hayatınızı paylaşacağınız kişi karşınıza çıktığında,buna uyum sağlamak zorlaşacaktır. Kendi ihtiyaçlarınızı öncelik sırasına koyupherşeyi istediğiniz gibi yapmaya alıştığınızda, diğer kişinin gereksinimlerini dikkate almak, bir işkence haline dönüşecektir. Ben Nesli mensuplarının eşleriyle yaşadıkları kavgaların çoğu, “biz özeliz” temel düşüncesine yol açıyor.
Endişe Çağı   (Depresyon ve Yalnızlık)  Gergin Nesil
Araştırmanın ortaya çıkardığı başka bir ilginç sonuç daha var: Doğduğunuz dönem, endişe seviyenizi, aile yapınızdan daha çok etkiliyor. Yapılan araştırmalar, anksiyete türlerinin sadece %5’inin aileden kaynaklandığını ortaya koydu. Diğer etkenler arasında genetik arkadaş etkisi ve bilinmeyen nedenler var. Nesilsel farklılıklar, anksiyete türlerinin %20’sini açıklıyor, bu oran da aile faktörünün dört katı. Düzgün ve sevgi dolu bir aileden gelseniz bile, gergin bir ortamda büyümek sizi endişeli bir insan haline getirebilir.
Artık Daha Mutlu Olmamız Gerekmez mi?
Ben Neslinin bu kadar kaygı ve acı duyması çelişkili gözüküyor. 1970 ve 1990 yılları arasında doğmuş olanlar, hiçbir tarvmatik tarihi olay yaşamadı. Birkaç ekonomik durgunluk dışında, zengindik. 1990’ların başından bu yana hiçbir dünya savaşı olmadı, nükleer savaşa yönelik büyük bir endişe yaşanmadı. Ben nesli hiçbir zaman zorla askere alınmadı. Sağlık ve güvenlik konularındaki gelişmeler, çocukların artık daha uzun ve daha iyi hayatlar yaşayacağının müjdecisi. Her geçen gün daha çok öğrenci liseden mezun oluyor. 1990’ların başına kıyasla daha az genç, suç olaylarına karışıyor. Son yirmi yılda, erken yaşta hamilelik oranında ciddi bir düşüş yaşandı.
Birçok açıdan, yaşamak için en iyi zaman şu an. Bizden önceki nesillerin sahip olamadığı, sadece bizim faydalandığımız şeyleri düşünün: televizyon, cep telefonu, daha iyi tedavi imkânları, bilgisayar, daha iyi bir eğitim, fiziksel iş gücü kullanımında adalet, kendi seçimlerimizi yapabilme özgürlüğü, istediğimiz şehre taşınabilme imkanı… Ancak bu son iki madde, derinlerde yatan bir sorunun ucunu göstermeye başladı. Giderek artan kendimizi ilk plana koyma isteği, bir yandan eşsiz bir özgürlük yaratırken diğer yandan da bizi yalnızlaştıran bir baskı oluşturuyor. İşte bu, kişinin kendine odaklanmasının zarar veren tarafı. Umarsızca özgür ve kendine yeten bireyler olduğumuzda, kendimizden başka ilgilenecek bir şeyimiz kalmadığından, hayal kırıklığımızda derin oluyor. Ama sadece bu da değil. Ben Nesli, iyi işlerde çalışıp güzel evlerde oturmanın gerçekten zor olduğunu böyle bir dönemde, hayattan hep çok şey beklemeyi öğrendi. Ve işte sonuç:  Bozguna uğratan endişe ve mahfeden depresyon.
Eski nesiller arasında depresyon oranı düşüktü. Bütün yoksunluk ve savaş deneyimlerine rağmen, her zaman birbirlerine sırtlarını dayayabiliyorlardı. Güçlü bir toplumsal bilinç vardı. Hayatları boyunca aynı insanları tanıdılar, genç evlenip bu evliliklerini bir ömür boyu sürdürdüler. Kulağa pek eğlenceli gelmeyebilir yada bir çok kişinin düşlerini felce uğratabilir ama günümüzde çok yaygın olan melankoliyi onlardan uzak tutan şey, istikrarlı hayat tarzlarıydı.
Janis Joplin, Ben Nesli’nin içinde bulunduğu çıkmazı şöyle özetliyor: “Özgürlük kaybedecek hiçbir şeyim yok demenin bir başka yoludur.”

Kurban Zihniyeti
Bazı Ben Nesli mensupları, işleri çok ileriye götürüyor ve istedikleri gibi gitmeyen her şey için bahaneler buluyor. Arizona’da bir yüksek okulda öğretmenlik yapan Susan Peterson, bu eğilimi öğrencilerin kişisel sorumluluk alma konusunda yetersiz olmalarına bağlıyor. “Aileleri bir dediklerini iki etmiyor ama okuldaki öğretmen seçiminden, alınan notların değerlendirilmesine kadar her şey, ailelerin denetiminde. Böylece kendi hatalarından başkalrını sorumlu tutan genç bir nesil yarattık” diyor.
Charles Sykes, A National of Victims (kurbanlar Ülkesi) kitabında, kişisel sorumluluktan sıyrılmaya çalışma ve başkalarını suçlama eğiliminin, Amerikan kültürüne derinlerine işlemiş olduğunu iddia ediyor.  Kimi insan kendi beceriksizliğini “hastalık”a bağlıyor, tıpkı işe zamanında gitmediği için kovulduktan sonra  dava açan adam gibi. Dediğine göre işe geç gitmesi onun suçu değilmiş, çünkü kendisinde “kronik gecikme bozukluğu” varmış.
Her şey İyi Niyetlerle Başladı…
ABD’nin en büyük kilisesinin papazı, Joel Osteen,şöyle diyor: “Tanrı bizim sağlıklı ve olumlu benlik imgelerimizin olmasını ister. Bizim kendimizden memnun olmamızı ister.”  Öz saygı, bir yazarın da ifade ettiği gibi, “bizim milli mucize ilacımızdır.”
Ne yazık ki, kendine hayranlığın ardındaki iyi niyetler kimi zaman sınırı geçip narsisizme kayıyor gibi . Popüler bir posterde, aynaya bakıp kendini iri bir aslan olarak gören küçük sarman bir kedi yavrusu fotoğrafının üstünde “En önemli şey, kendini nasıl gördüğündür!” diye yazıyor. Buradan hareketle, poster bize, kendini olduğundan mümkün olduğunca daha iyi görmek –daha büyük, daha güçlü, daha yetenekli- önemlidir mesajını veriyor.
Kendine hayranlık etrafında hatırı sayılır bir ev sanayisi geliştirildi. Google’da yapacağınız hızlı bir arama, “kendimi nasıl severim” başlığı için 191.000 sonuç bulunduğunu ortaya koyuyor. Bunların arasında da “Ne zaman biri size güzel bir söz söylerse hemen not alın”, “Bütün eleştirileri terk edin”, ve “Aynada kendinize bakıp ‘harika görünüyorsun’ deyin” gibi bir çok tavsiye yer alıyor.
Kendine Aşırı Hayran Olma Hastalığı
Narsisizm psikolojik bir terimdir fakat tek bir psikoloji dersi bile almamış insanlar dahi, bir narsist görünce tanırlar. Narsisizmin diğer yaygın isimleri arasında ; kibirlilik, kendini beğenmişlik, azamet, gösterişçilik ve ben merkezcilik bulunur. Narsist kendini çok önemser, mağrurdur, kendini metheder, çok konuşur yada kendi hayalinde bir efsanedir.
O popüler posterdeki kendini aslan olarak gören kedi yavrusu gibi, narsistin de kendi yetenekleri hakkında abartılı bir kanısı vardır. Narsistler sadece kendilerine güvenmekle kalmazlar, aynı zamanda kendilerine aşırı güvenirler. Kısacası narsistler kendilerine aşırı hayrandırlar.
Narsisizm sözcüğü, bir yunan söylencesi olan, aşık olacağı birini aramak için yola çıkan yakışıklı genç Narkios’tan geliyor. Efsaneye göre, güzel su perisi Eko, Narkisos’a aşık olur ve onun söylediği her şeyi tekrarlar ama Narkisos onu reddedince gözden kaybolur. Narkisos kusursuz bir eş aramayı sürdürür, ta ki bir gün suda kendi yansımasını görene kadar. Narkisos kendi yansımasına aşık olur ve ölene dek gözlerini ondan ayırmaz. Nehir kıyısında tam o noktada, nergis (fulyanın alt türlerinden biri) olarak bilinen çiçek biter. Narkisos efsanesi , kendine hayranlık trajedisini tam olarak yansıtıyor., çünkü Narkisos, kendine duyduğu hayranlıkla dolar kalır ve kendisi haricinde kimseyle bağlantı kuramaz –ve narsistliği, başkalarına da zarar verir (bu örnekte Eko’ya). Efsane, narsisizmin yakın çevredeki insanların ve toplumun maruz kaldığı çok ciddi sonuçlarıyla gerçek yaşamı yansıtıyor.
“Narsis miyim” yoksa “Özgüvenli” mi?
 Tipik bir narsistle, yalnızca öz saygısı yüksek olan biri arasındaki başlıca fark şudur: Öz saygısı yüksek olan ve narsist olmayan kişi, ilişkilere değer verir fakat narsist vermez. Sonuç; özünde dengesiz bir kişilik ve gösterişli, şişirilmiş bir benlik bilinci ile başkalarıyla derin ilşkiler kurma yoksunluğudur.
Narsistler (başkalarını noksanları için suçlarken) kendi başarıları hakkında böbürlenebilir, fiziksel görünümlerine odaklanabilir, statü göstergesi olan maddi varlıklara değer verebilir (BMW’min anahtarını gören var mı?), abartılı el kol hareketleri kullanabilir, konuşma esnasında konuyu sürekli kendilerine getirebilir, öne geçmek için yönlendirme ve hile yapabilir,etraflarına kendilerine hayran olan insanları toplayabilir.Narsistler sıcak ve sevgi şefkat dolu ilşkilere değer vermezler; amaçlarına ulaşmak için genellikle insanlara kendilerini iyi hissettirecek ve dışarıya iyi gösterecek araçlar olarak bakarak onları yönlendirip sömürmekte bir sakınca görmezler.
Narsis kişilik özellikleri ile Narsisizm (NKB) arasındaki fark?
Bir diğer önemli konuda narsisizimdeki kişilik özellikleri ile  narsistik kişilik bozukluğu (NKB) arasındaki farktır. Bunun sürekli karıştırıldığını gördüğümüz için,açıkça belirlenmesini istiyoruz: Fazlasıyla narsistik veya narsist olmanız , tanısı konmuş bir psikiyatrik bozukluğunuzun bulunmasıyla yada narsisizminizin patolojik seviyeye ulaşmasıyla aynı şey değildir. NKB tanısı koyabilmek için, bir kişinin,gösterişçilik,empati yoksunluğu, ve takdir edilme ihtiyacını içeren  uzun vadeli davranış kalıplarını takip eden en az beş belirli kriteri karşılaması gerekir. Kişinin aynı zamanda depresyon, işte başarısızlık yada çok sorunlu yakın ilişkiler gibi bir tür bozukluk yaşaması da şarttır. NKB tanısını ancak eğitimli profesyoneller koyabilirler. NKB, narsistik kişilik kadar yaygın değildir, çünkü narsistik kişiliğin  NKB kadar aşırı seviyede yada  klinik olarak anlamlı sorunlar ile ilişkili olması gerekmez.
Psikoanaliz kuramcısı Heinz Kohut, narsistik kişilik bozukluğunu (NKB) ilk kez 1971’de tanımladı. 1980’e gelindiğinde NKB  resmen DSM III’e  (zihinsel bozuklukların Tanısal ve İstatiktiksekl klavuzu) dahil edildi. Bir başka ifadeyle, 1980’e gelindiğinde narsisizm bozukluğu ABD’de resmen tanındı. Bu, 1970’lerin narsisizm epidemisinin bir tür dönüm noktası yada çıkış kaynağı olduğunun bir diğer göstergesidir.
Biraz Narsizim  Sağlıklıdır
Bazı kişiler bize , “Peki kendimizden tamamen nefret mi etmeliyiz? diye sordular. Elbette hayır. Kendini senmenin alternatifi olarak kendinden nefret etmeyi dile getirmek yanlış bir seçim. Nasıl ki obezite araştırmacıları, bütün Amerikalılar anoreksik olmalı demiyorlarsa, biz de kendinizden nefret etmenizi önermiyoruz. Az sayıda kişi kendinden nefret eder ve genelde kişi kendine biraz hayranlık da duyabilir. Ama kendinizi aşırı ölçüde sevmeden cde kendinizi beğenebilirsiniz. Kişinin kendine beslediği duygulara –olumlu yada olumsuz- çok fazla konsantre olmamasının daha iyi olacağı görüşündeyiz. Bunun yerine hayata odaklanın: Başkalarıyla ilişkilerinize, işinize yada hayatın güzelliğine.
Bir miktar narsisizm yararlı mıdır? Asıl soru şu: “Kimin için sağlıklı?” Örneğin bencillik, akşam yemeğinden sonra daha büyük bir parça tatlı almanızı sağlayabilir ama arkadaşlarınızla uzun vadeli ilişkilerinize zarar verebilir ve gelecekta size bir akşam yemeği davetine mal olabilir. Bir narsist büyük olasılıkla batan bir gemiden denize indirilen ilk filikada olurdu –afet durumuna kolay ayak uydurur, evet ama bir çocuğun hakkı olan yeri alıyorsa bu hiç iyi değil. Benzer şekilde, açken yemek yemek harikadır ama bir bebeğin ağzından yemek kapıyorsanız hiç de öyle değil.
Yani performansımızı destekleyen ama başkalarına zarar vermeyen narsisizm, örneğin büyük bir kalabalığın karşısına çıkmadan önce ihtiyaç duyabileceğiniz kendine güven duygusu gibi, narsisizmin sağlıklı yönüdür, ancak kendinize bu kadar odaklanmadan da aynı sonucu almanın başka yolları bulunabilir.
Kişinin Kendine Odaklanmasının Sonuçları
Dış görünüş takıntısı
Yüz gerdirme , botox …
Kaş aldırma kaçınılmaz oldu…
Vücudu saran kıyafetler
Piercing
       Facebook pozları
Yazar; bu kitapta, narsisizm’in daha hassas kolay incinebilen tipinden çok, daha girişken, teşhirci tipine odaklanıyor.
Narsizm’in kısa vadeli yararları,  uzun vadeli bedelleri vardır…
(kumar, içki, gayrı-meşru ilişki, hırsızlık)
Bana MySpace’imden Bak
Narsisizmi hızlandıran bir diğer husus ise internet kullanımı. “Blog”lar, YouTube ve MySpace  gibi uygulamalar bir tür “bana benim alanımdan bak mantığını güden “benim alanım nesli/ MySpace generation” oluşturuyor. Bu mantık; “sürekli eğlenmeliyim”, “sahip olduğunla böbürlen”, “tüketmek başarı demektir”, “mutluluk dediğin şey cinsellikte yatar” düşünce ve davranış tarzlarını getiriyor. İnternet üzerinden kurulan sanal ilişkiler; gerçek samimi, karşılıklı özveri üzerine oturması gereken derin ilişkileri sığlaştırıyor, sahteleştiriyor. Bunun ağır bedeli ise çokluk içinde yalnızlık.
MySpace  ve Ipod: Birinci tekil şahsın kullanılması tesadüf değil…
MySpace (benim yerim) adı, hiç de tesadüf değil. YouTube’un sloganı ise “Kendini Yayınla”. Görmek ve görülmek, tercihen mümkün olduğu kadar çekici gözükmek nuansıyla Facebook (yüz kitabı), tam da yerinde bir isim.
 Ben Nesli ile ilgili  çok etkileyici bir anlam sapması var ve bu sapma da aynı şekilde bilgisayar kökenli: İJenerayonu. İlk harf, anlamla bütünleşiyor: “İ”, interneti temsil ediyor (tıpkı İMac ve İPod’da olduğu gibi); aynı zamanda bu harf,  “insan” kelimesinin de baş harfi (bu neslin bireye önem vermesine bir gönderme).
Narsist Bir Çocuk Yaratmak…
Ebeveynlerin yaptıkları;
         Veliahtlar yetiştirmek
      (Potron benim, prenses..vs önlükleri)
         Rol değişimleri, (ebeveyn- arkadaş)
Otoriteyi küçük çocuklara bırakan, onlara hak etmedikleri methiyeler düzen, onları öğretmenlerinin eleştirilerinden koruyan, onlara pahalı otomobiller alan ve özgürlük tanırken beraberinde sorumluluk vermeyen anne babaları giderek daha sık görüyoruz. Kısa zaman öncesine dek çocuklarpatronun kim olduğunu- patronun kendileri olmadığını -  bilirlerdi. Patron anne babaydı. Ve anne baba sizin arkadaşlarınız değil, ebeveynlerinizdir.
Anne babalar bilinçli bir şekilde;  “Vay, narsist bir çocuk yetiştirmek harika bir şey olmaz mı?” diye düşünmüyorlar. Çocuklarını mutlu etmek ve özsaygılarını yükseltmek istiyolar ama genellikle işler çığrından çıkıyor. İyi niyetler ve anne babalık gururu, ebeveynlikte kültürel narsisizmin kapısını açmış durumda ve bir çok anne baba, çocuklarına olan sevgilerini en moden yollarla ifade etmekteler: çocuklarının harikalıklarını ilan ederek . kız bebek giysilerinin hatırı sayılır bir kısmının üstünde “Prenses” yada “Küçük Prenses” yazıyor ki tahtın kayıp varisi değilseniz buna ancak hüsnü kuruntu denebilir. Kızınız prenses olsa bu, sizin kraliçe yada kral olduğunuz anlamına mı gelir? Hayır, -sizin sadık tebaa olduğunuz ve prenses ne söylerse yapmanız gerektiği anlamına gelir.
Kindlon; aşırı müsamaha gösterildiğinde, bunun; yedi ölümcül günaha benzeyen sonuçlara: Öfke, Kıskançlık, Tembellik, Oburluk, Şehvet ve Aç gözlülüğe yol açtığını ileri sürmekte. Yedi ölümcül günah narsizim’in kısa bir özeti aslında..
Epideminin Tedavisi
Ebeveynlik, kültürel değerlerin yayılmasında inanılmaz ölçüde kuvvetli bir güç. Anne babmızdan doğruyu ve yanlışı, başkalrına nasıl davranacağımızı siyasi ve ekonomik inançları, ön yargı ve hoşgörüyü, görgüyü (ya da görgüsüzlüğü) öğreniriz.
Ancak kuşkusuz birçok anne baba, çocuklarına sorumluluk vermeye çok fazla eğilim gösteriyorlar. Yazar; anne babaların çocuklarındaki narsistik dürtüleri yumuşatmaları için birkaç öneride bulunuyor:
*Hayır deyin ve kararlı olun: Çocuğunuza hayır demenizde yanlış bir taraf yoktur. Ama bunda kararlı olmak zorundasınız. Hayır derseniz ve çocuğunuz mızmızlanıp haykırdıktan sonra pes ederseniz, çocuğunuza yalnızca mızmızlanmanın ve haykırmanın etkili olduğunu öğretmiş olursunuz.
*Çocuğunuza çok fazla yetki vermeyin:  Beş yaşındakiler ailenin otomobilini , kendi yataklarını yada sürekli kendi giyeceği giysileri seçmemeli. Ana sınıfı öğrencileri ile ilgili bir mesaj panosuna bir anne şöyle yazmış, “Ben aslında kızımı, istediği giysileri seçmesi için cesaretlendiriyorum. Kış mevsimleri her zaman zor oluyor çünkü kızım yıl boyu etek ve parmak arası terlik giymek istiyor.” Evet anasınıfına gidenler kıyafetlerinde söz sahibi olmayı severler ve biraz yetki vermek birço sabah krizini önleyebilir. Burada anahtar, biraz yetkidir. Kışın parmak arası terlik giymek isteyen çocuk gibi pek çok küçük çocuk, çok fazla söz hakkı verildiğinde henüz doğru kararlar alamayabilir. Bunun yerine en iyisi çocuğa sınırlı seçim hakkı tanımaktır. Kış mevsiminde, “Gri fitilli kadife pantolonunu mu yoksa siyah kadife pantolonunu mu giymek istersin? diye sorabilirsiniz. Bu şekilde çocuk yine seçim yapabilir ama soğuktan donmamış olur.
*Çocuğunuza rekabet ve kazanmakla ilgili nasıl mesjlar verdiğinizi dikkatle gözden geçirin. Evet, dışarıda kıran kırana mücadeleyle dolu bir hayat var ama ne pahasına olursa olsun kazanmayı öğretmek uzun vadede iyi sonuçlar getirmeyecektir. Hile yapanlar eninde sonunda yakayı ele verirler, vermeseler bile doğruyu öğrenmeyerek veya kendi başlarına bir şeyler yaparak kendilerini kandırırlar.
*Çocuğunuza ne kadar harika olduğunu ilan eden bir şey almadan önce iki kere düşünün. “Çok Şımarık” yazılı bir tişört, çocuk yaramazlık yapana kadar şirindir.

3 yorum:

  1. NARSİZM TEHLİKESİ VE GENÇLİK

    YanıtlaSil
  2. Ben nasıl bir insanım diye kendini sorgulayan kişinin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel ve etkileyici bir yazı. Daha detaylı olmasını dilerdim. Teşekkürler.

    YanıtlaSil