BENLİK ve RUH
Modern Batı’nın Anlam Arayışı
“Benlik ve Ruh: Modern Batı’nın Anlam Arayışı” John Carroll tarafından kaleme alınmış bir eserdir. Orijinal ismi ise “Ego and Soul: The Modern West in Search of Meaning” tir. İngilizce’den Türkçe’ye çevirisi İhsan Durdu tarafından gerçekleştirilmiştir.
Benlik ve Ruh kitabında Carroll Modern Batı’nın genel bir anlam krizi yaşadığı tezinden yola çıkarak eski Batı ve yeni Batı arasında sanat, film, spor, teknoloji ve gündelik hayat bağlamlarında tek tek kıyaslamalara başvurur. Netice itibariyle de yeninin eskiye nazaran daha Tanrı’sız ve anlamdan yoksun bir hale geldiğini söyler. Söz konusu anlamsızlık ve Tanrısızlık’ın modern batılı insanın yeni Tanrı’lar ve anlamlar üretmesine sebep olmuştur. Yeni ayinler, yeni kilisecikler ve yeni kutsallar üretilmiştir. İlahi olana kapılar kapatılmıştır. Artık ahlakın ve normun yegane ölçütü özgür bireydir. Din olmadan da ahlak var olabilir. Her ne kadar Batılı orta sınıf bu duruma meydan okumaya çalışsa da yüksek kültürü, iktidarı ve karizmayı tekelinde bulunduran üst sınıf da orta sınıfa meydan okumaya niyetlidir. Batılı orta sınıf için Kalvinist saiklerle çalışma hayatı, ahlak anlayışı ve aile hayatı halen önemlidir ve devam etmektedir. Modernite öncesi Batı’da var olan anane, gelenek, görenek, inanç vs Batılı orta sınıf tarafında sürdürülmeye çalışılmaktadır. Modern Batı’nın “daha fazlasını istemek” için çalışma prensibi orta sınıf için geçerli değildir. Çalışmak hala daha “Tanrı için” saikinde mündemiçtir.
Nietzsche’nin Tanrı’nın Ölümü teziyle var olmasıyla birlikte Batı da Tanrı’sını klasikleştirmiş ve roman gibi rafa kaldırmıştır. Böylelikle toplumda dini duygular peşisıra yok olmaya başlamıştır. Ahlaki ve genel anlamda yaygınlaşan rölativite ve hümaniteryan akımlarla birlikte cinayeti bir öpücükten ayırt etmek pek mümkün olmamaya başlamıştır. Nihilist ve hümanist akımlar sanattan felsefeye kadar hızla yayılmış ve insanlığı etki alanına almayı başarmıştır. Modernleşmenin olası tehditlerine karşı uyarılar yapan Durkheim ve Weber gibi düşünürler reelde pek de kaale alınmadı. Modern sanatın en önemli temsilcilerinden olan Duchamp klasik geleneği ve özellikle de onun metafizik boyutunu alaya almıştır. Bu durum da gayet doğal karşılanmıştır. Nitekim, modern batı edebiyatı da nihilizm amentüsüne bağlı kalmıştır. Daha sonraları psikanalizde nihilizm amentüsüne o büyük katkısını yaparak cinayet, kötülük ve günah gibi terimleri tıbbi terimlerle yani birer hastalık ismiyle niteleme eğilimiyle toplumsal tepkiyi cezadan terapiye indirgemiştir. Batı artık kötüye kötü demekte zorlanmaya başlamıştır. Kötü artık rahatsızlık verici, uyumsuz veya talihsiz gibi ifadelerle dozu düüşürülmüş ifadelerle sözcüklerde ifade bulmuştur. İnancın çöküşü yani nihilizmle birlikte ilk şahit olunan şey haset olmuştur. İkincisi ise, ben ve zevkler’dir. Kısacası, Batı toplumu ben’ine yani kendine döndürülmüştür. Kendisinden daha önemli hiçbirşey olmadığı bilinçaltına zerkedilmüş ve Tanrılaşan ben’ler türemiştir. Nitekim, liberalizm’in “laissez faire” söylemiyle birlikte bireyin özgür bırakılması gerektiği vurgulanmış ve onun kendi kendisini dizginleme yeteneğinin mevcut olduğu varsayılmıştır. Carroll’a göre tarihin hiçbir döneminde böyle bir şey gözlemlenmemiştir. Artık modern bireyin itaat edeceği hiçbir otorite yoktur. Yegane otorite kendi benliğidir. Liberal kontekst bir nevi ilahi Tanrı ile beşeri tanrıların savaş meydanıdır.
Üniversiteler, bir Hıristiyan kurumu olarak ortaçağda kurulmuştur. Aydınlanma ve Reformasyon ile birlikte hümanist bir kuruma dönüştürülmüştür. Nihai olarak üniversiteler erdemin, iyiliğin, bilginin ve mutluluğun aşılandığı yerler olmaktan çıkıp konfor mekanları olmuşlardır. Artık, üniversitelerde üretilen bilgi mutlu olmamız için değil daha konforlu yaşamamız içindir. Dolayısıylal konforun en yüksek değer olduğu bir yerde yönetimde kutsal olanın değil midenin elinde olmuştur. Rieff’e göre aslıında üniversiteler akidevi kurumlardır ve imana dayalıdırlar; imana dayalı olmadığı takdirde bir hiçtirler. Ancak, mevcut durum bunun artık böyle olmadığını göstermektedir.
Nihilizmden nasibini alan sadece üniversiteler olmamıştır. Toplumsal hayatın akışında aile, önemli bir göreve haizdir. Mahremiyetin kalesi olan aile kurumu liberal söylem ve nihilizmin etkisiyle insanların cinselliğini zapturapt altına alan bir mekanizma olarak görülmeye başlanmıştır. Batı medeniyetinin idealizminde agape (kardeşçe sevgi), eros (şehvani sevgi) ve philia (arkadaşça sevgi)’nın üçlü bir harmonisi yatarken reelde artık bu idealizm kendisini eros’a teslim etmiştir. Dolayısıyla modernite büün umudunu eros imparatorluğuna bağlamıştır. Manevi anlamda arkadaşlık ve kardeşlik sevgileri önemsizleşip maddi anlamda cinsel aşk (eros) öenm kazanmıştır. Dolayısıyla aile de bu zihniyetten nasibini almıştır. Artık aile ortamında mahremiyet çatısı altında yaşanan ve üç sevgi türünden birisi olan eros alenileştirilmiştir. Evlenme ve bakir evlenme üzerine yapılan vurgu giderek azalmıştır. “Just Do it” modern batılı bireyin zihniyetinin mebni olduğu temel olmuştur.
Modern batılı bireyin tabiat algısı da liberalizm ve nihilizm ile son şeklini almıştır. Kalplerde gerçekleşen ilahi olanı terk bireyin tabiat ile olan ilişkisine de yansımıştır. Şöyle ki, kilise müdavimliğinin çöküşü ile birlikte batılı birey ilahi olanı tabiatta aramaya yönelmiştir. Nehir kıyısında balık tutumak veya piknik yapmak, bisiklet sürmek, kayak yapmak, kırsal alana haftasonu kaçamakları gibi faaliyetler batılı bireyin öze dönüş çabalarının tezahürleridir. Başka bir deyimle, batılı birey artık ilahi olanı tabiatta aramaya başlamıştır. Carroll’a göre burada örtük bir “teolojik devrim” söz konusudur. Modern batılı bireyin tabiata dönüş çabalarının vücüd bulduğu en önemli oluşum “çevrecilik” hareketleridir. Veyahut, çiftlerin hayat bağlarını bağladıklarını nikh törenlerini kilise yerine büyük parklarda, botanik bahçelerinde veya kamuya açık eski özel mülkiyet alanlarının bahçelerini tercih etmelerine söz konusu duruma ikinci bir örnek olarak gösterilebilir.
Neitce olarak denilebilir ki, ruh’unu kaybetmiş modern batılı birey anima mundi neviinden inanışlarala ruh’unu aramaya koyulmuştur. Çünkü, modern batılı bireyin benlik ve ruh’u arasındaki muvazene kaybolmaya yüz tutmuştur. Bu yüzden o, dengeyi arayan bireydir. Söz konusu denge yokluğunda bireyin varoluşu, kültür, ekonomi ve toplum arasındaki kopukluğun artmaya mecburdur. Bu sebeple, Altın Çağ’a hakim olan liberal-hümanist ideallere olan güven zorunlu olarak sarsıntı geçirmiştir. “Ekonomi, toplum ve kültür arasındaki bütünlük ortadan kalkmış ve bunun sonucunda eşitsizlik ve huzursuzluk artmıştır. İyimser liberal-hümanist dünya görüşü güç yitirmiş, buharlaşıncaya kadar kaynayıp duracak olan bu inanç buhranına sebep olmuştur… Bireylerin içlerine kapanması başkalarından uzaklaşması, hayata katılmaması, benliğinin zaafa uğraması, arzusuzluk, sadakat zayıflaması tehlikesi zuhur etmiştir”. [1]
[1] John Carroll, Benlik ve Ruh: Modern Batı’nın Anlam Arayışı, 2008, İstanbul: Etkileşim Yayınları, s. 273-300.
John Carroll 'un en son tespiti düşünülürse bir liberal-hümanist 'in kendisini araştırması gayet mantıklıdır.
YanıtlaSil