Bu Blogda Ara

5 Temmuz 2011 Salı

"Empatinin Yitimi" Arno Gruen Hazırlayan: Amine Yeter ALTUNDAĞ

ARNO GRUEN’NİN HAYATI


     1923’de Berlin’de doğdu.
      1936’da ailesiyle birlikte ABD’ye göç etti.
           New York’da psikoloji okudu.
          1958’den beri özel bir psikoterapi muayenehanesi var.
          1961’de Theodor Reik’ın öğrencisi olarak psikanalist doktorasını yaptı.
          Çeşitli üniversite ve kliniklerde profesör ve terapist olarak çalıştı, es son New Jersey’deki
           Rutgers University’de psikoloji profesörü olarak görev yaptı.
          2001’de İçimizdeki Yabancı adlı eseriyle Münih Şehri Scholl Kardeşler Ödülü’nü kazandı.
          Arno Gruen 1979’dan beri Zürih’te (İsviçre) yaşıyor.


ESERLERİ:
1)Empatinin Yitimi: Kayıtsızlık Politikası Üzerine












EMPATİNİN YİTİMİ



     İnsanlar, başlarına gelen ve yaşamak zorunda kaldıkları tüm olumsuzluklar için bir suçlu, bir kurban arama eğilimindedirler. Burada suçlu veya suç fazla bir önem arz etmemekte, insanın cezalandırma düşüncesi ve davranışıyla rahatlaması ön plana çıkmaktadır.Yazar, bu duyguyu kitabında şöyle dile getirmekte; ‘İnsanlar kendilerini değersiz hissettikleri için sürekli suçluluk duyuyor gibiler.Onlar da cezalandırmak üzere kurbanlar arıyorlar.’.Bunu bir kurtuluş olarak gören insan, tanıdık olsun olmasın bir günah keçisi bulma ve boşalma eğilimindedirler.Bir anne düşünelim, eşi tarafından hakarete uğrayan, aşağılanan ve üzerinde güçlü yaptırımlar bulunan ve bunun sonucunda oluşan değersizlik hissi.Anneye bundan sonrası için neler beklemektedir veya davranışları hangi yönde değişir?Eşi tarafından suçlu ve değersiz olduğuna inandırılan kadın, bu duygusunu bir nebze olsun azaltmak veya bastırmak adına başka suçlular arayacaktır.Bu da genellikle gücünü geçirebileceği birey olan çocuğu olacaktır.Çocuk erken katlığı için, çok konuştuğundan veya yemeğini yememesinden ötürü suçludur ve ceza gerekmektedir.Bunu uygulayacak kişi diğer bireyler tarafından aşağılanan ve güç gösterme, suçlama gereksinimi duyan anne yapacaktır.Burada anne cezalandırma edimi vasıtasıyla, itaatkarlığının onayını elde eder ve itaatkar olmak, değerli olmak demektir.Cezalandırılmayla birlikte çocuk, travmatize edici bir gelişim göstermekte ve bu durumu besleyen, insanların empati yetilerinden kopmuş ve iktidarı idealleştirmiş olmalarıdır.Koca eşi üzerinde, anne çocuk üzerinde otorite sahibidir.Ve bunun sonucunda insanlar saldırganlığa ve şiddete sürüklenmektedirler.Yazarın bir vaka örneği bu süreci özetler niteliktedir.On iki yaşındaki Nora babası tarafından cinsel taciz görmüş ve dayak yemiş; çocuksu bir bağımlılık içinde bulunan, kocası tarafından tehdit edilen ve dövülen annesi tarafından da korunmamıştır.Dış görünüş itibariyle sorunsuz, uysal bir çocuk izlenimi bırakan Nora, herhangi bir tartışmada veya eleştirel bir bakışta kendini hemen suçlu hissediyor, suçu benimseyip cezayı kabullenme özelliği gösteriyor ve bu şekilde değersizliğini ortaya koyuyor. Yazar, insanların çocukluklarının en erken döneminde kurban durumuna sokulmalarını, ölme deneyiminin yaşanmasına denk olarak görmektedir. Kurban durumuna sokulan çocuk cezayı kabullenme ve itaatkarlığı sonucunda bir bakıma tanrılaştırdığı anne-babasına bağımlılık göstermektedir. Bir bebek fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak için bir anneye veya bakıcıya ihtiyaç duyar ve ondan gelen olumlu ve olumsuz uyarımlara boyun eğmek durumunda kalır.Güçlü olan zayıf olana kendi varlığını dayatır ve ezilen, bütün bunların karşısında bir de şükranlık göstermelidir.Burada sözü edilen bir ilişki değil, boyunduruk altına girmektir.Kendi ebeveynleri tarafından çocukluk döneminde ihtiyaçları karşılanmayan anne-babalar, çocuklarının ihtiyaçlarına cevap vermekte yetersiz kalırlar.Bu temelde gelişen ilişkiler de sevgiden çok, korku ve itaatkarlık temeline otururlar.Yazar, kitabında sağ ve sol isyankarların çocuklukta geçirmiş oldukları bu deneyimleri ileriki yaşamlarında gösterme biçimlerine değinmiştir.Sol isyankarlar sevgiden korkar, çünkü aksi halde adalet talep ederken aslında annesinin sevgisini aradığını itiraf etmek zorunda kalacaklardır ve bu bir zayıflık göstergesidir. Buna karşılık sağ isyankarlar, sevgiden nefret eder, çünkü aksi halde annesi tarafından hiçbir zaman kendisi olduğu için sevilmediği, sadece babasına karşı bir araç olarak kullanılmak üzere sevildiğini itiraf etmek zorunda kalacaklardır.Ve bunun sonucunda şu yargıya varılabilir, sol isyankar sevgiden vazgeçilebileceğine, sağ isyankar sevgiden nasibini aldığına inanır.Aslında her ikisinde de bir yaralanmışlık söz konusudur ve bu yoksunluklarını çaresizliğe ve umutsuzluğa karşı direniş olarak sergilerler.

     Yine konuyla ilişkilendirebileceğimiz bir diğer nokta, toplumda gözle görülür oranda artış gösteren şiddet olayları ve bu olaylara buluşan yaş oranın düşmesi.Cinnet getiren ve anne-babasını öldürme yoluna giden, madde kullanan ve okullarda düzeni bozan gençler…Peki bu çocukları bu şekilde davranmaya iten şey nedir?Gruen bu durumu şöyle ifade etmekte; ‘Çocuklarımıza ne yaptığımızı algılayamadığımız ve görmek de istemediğimiz için başkaldırılarını da anlayamıyoruz.’.Ebeveynler çocuklarını sevdiklerini dile getirirler ancak çocuklarına sundukları dünya çocuk düşmanı bir dünya niteliğindedir.Önceleri geniş yaşam alanlarına sahip olan çocuklar, şimdilerde kent planlamasının değişmesiyle deney yapma, yaşayarak öğrenme şanslarını ellerinden kaçırmış oluyorlar.Bunun sonucunda , birbirine geçmiş binalar içinde büyüyen çocuk, enerjisini normal yollardan boşaltamadığından ve ebeveynleriyle yeterli ve sağlıklı bir ilişki kuramadığından şiddete başvurmaktadır.Çocukların ihtiyaçlarını tüketim mallarına, satın alınabilir şeylere kaydıran anne-baba ve toplumun varlığı ve bunun haklı sonucu olarak maddi ve manevi yönden doyum ve mutluluğa ulaşamayan çocuğun sergilediği olumsuz davranışlar kendini göstermektedir.

     Kitabın bir diğer bölümünde insanın kendine itiraf edemediği korkularından ve yaşadığı acıları inkar etme eğiliminden bahsediyor.Bu iki kuvvetli duygudan kaçma arzusu bizi başarıya  ve onay almaya ulaşmak için yüksek çaba harcamaya sevk ediyor.Yeri geldiğinde yükseklere çıkma arzusu, bizi bir takım değerlerden, erdem sayabileceğimiz davranışlardan uzaklaştırabiliyor.Bu durum şuna benzemektedir.Sert kuralları olan bir patronun boyunduruğu altında çalışmakta ve istediği yüksek mevkiye gelebilmesi için, patronunun her dediğini ve istediğini yapmak mecburiyetinde olan bir çalışan.İstenilen şey kişinin ahlaki yapısıyla ve düşüncesiyle çelişen bir boyuttadır ancak onay alma çabası ve işten çıkarılma korkusu eylemi gerçekleştirmeye iter çalışanı.Bilinçli veya bilinçsiz yapılan bu davranış bizi dış uyarımlara giderek daha bağımlı hale getirmekte ve kendiliğimizden uzaklaştırmaktadır.Toplumsal, ekonomik ve siyasi kuramlarda yer alan insana dair düşünce, dışsal güçlerin içsel varoluşu biçimlendirdiğinden veya içsel değerleri çürüttüğünden yola çıkmaktadır.Kişinin kendilik bilinci bireyin denetimi dışındaki güçler tarafından belirlenmektedir.Dış dünya biz insanlardan belirli davranışlarda bulunmamızı istiyor ve içimizdeki sevgiye açlığı, değerli olma isteğini bastırmamızı talep ediyor ve böylelikle toplum içinde var olmak isteyen bizler istenileni yapmak durumda kalıyoruz.Ve bazen bu durum biz insanların maskeyle dolaşmamıza neden oluyor.Bizi sürekli bir kurban arama ve günah çıkarma yoluna itiyor.Yazar, kitabına bu konu ile ilgili vakaları sunarak devam etmektedir.



Kitaptan alınan sözler:
*İnsan kendisini değersiz hissettiği sürece ne başkalarını ne de kendini sevebilir.
*Utanç, bilincine varılmış suçun yol açtığı acı verici duygudur.
*İdeallerin, ezenin idealleştirilmesiyle oluştuğu bir dünyada idealler ne anlama gelir?
*Eğer bir başkasının düşlerine kapılıyorsan, sonuçlarını göze almalısın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder