Karen Horney (1885-1952)
1885, Hamburg doğumlu Alman kökenli Amerikalı psikanalisttir. Freiburg ve Berlin Üniversitelerinde eğitim gördü.1920 ile 1932 yılları arasında Berlin Psikanaliz Enstitüsünde eğitmenlik yaptı.Eşinin geçirdiği ağır menenjit sonucu gelişen kişilik bozukluğu ve çok sevdiği kardeşinin geçirdiği zatüriye hastalığı nedeniyle genç yaşta vefatı sonrasında üç çocuğunu yanına alarak 1932 den sonra Amerika’ya göç etti.Pek çok Alman yahudisinin göç etmesiyle entelektüel bir kimlik kazanan Brooklyn’de Erich Fromm ve Harry Stack Sullivan gibi önemli psikoterapistlerle tanıştı.İki yıl Şikago Psikanaliz enstitüsünde sonrasında 1934 ten 1941 yılına kadar New York Psikanaliz enstitüsünde eğitmen statüsünde çalıştı.Kuruluşuna katkıda bulunduğu Amerikan Psikanaliz enstitüsünde dekanlık görevinde bulunduktan sonra New York Medical Kolej’de profesör oldu.
Horney klasik psikanaliz eğitimi ve uygulaması yapmış daha sonra Neo-Freud’yen bir ekolün “ego psikolojisinin” temsilcisi olmuştur.Freud’dan farklı olarak kişiliğin ve nevrozun oluşumunda biyolojinin ve dürtüsel güçlerin etkilerinden çok kültürel etmenler üzerinde durur.Ona göre nevrozların çekirdeğinde yatan “emosyonel çatışmalar” ,olumsuz çocukluk yaşantılarının ve kişiler arası ilişkilerde erişkin dönemde görülen kimi bozuklukların bir ürünüdür.Önemli yapıtları arasında Çağımızın Nevrotik Kişiliği (The Neurotic Personality of Our Time -1936), Psikanalizde yeni yollar (New Ways in Psychoanalysis -1939), Self analiz (Self-Analysis 1942), İçsel Çatışmalarımız (Our Inner Conflicts-1945), Nevroz ve İnsan Gelişimi (Neurosis and Human Growth -1950) bulunur.
Horney klasik psikanaliz eğitimi ve uygulaması yapmış daha sonra Neo-Freud’yen bir ekolün “ego psikolojisinin” temsilcisi olmuştur.Freud’dan farklı olarak kişiliğin ve nevrozun oluşumunda biyolojinin ve dürtüsel güçlerin etkilerinden çok kültürel etmenler üzerinde durur.Ona göre nevrozların çekirdeğinde yatan “emosyonel çatışmalar” ,olumsuz çocukluk yaşantılarının ve kişiler arası ilişkilerde erişkin dönemde görülen kimi bozuklukların bir ürünüdür.Önemli yapıtları arasında Çağımızın Nevrotik Kişiliği (The Neurotic Personality of Our Time -1936), Psikanalizde yeni yollar (New Ways in Psychoanalysis -1939), Self analiz (Self-Analysis 1942), İçsel Çatışmalarımız (Our Inner Conflicts-1945), Nevroz ve İnsan Gelişimi (Neurosis and Human Growth -1950) bulunur.
Karen Horney’in Nevrozlara bakışı
Karen Horney,Freud’çu nevroz anlayışına tümüyle farklı bir bakış açısı getirdi.Nevroz,nevrotik bireylerde “kişiler arası ilişkileri kontrol etme ve başa çıkma” çabalarının sonucunda çıkıyordu.Bu çaba sadece nevrotik bireylere özgü değildi.Aksine normal bireylerde de görülmekte,insan türüne özgü bir nitelik taşımaktaydı. Nevrozun çekirdeği çocuklukta atılıyordu.Çocuk ebeveynin ilgisini yeterince çekemez , “kayıtsız/tutarsız” (indifferance) denen davranış biçimiyle karşılaşırsa anksiyete duyuyordu. “Kayıtsız/tutarsız” tabir edilen ana baba tutumu aslında iyi niyetli ve bilinçsizce sürdürülüyor olabilirdi.Çocuklardan birisini diğerine tercih etmek,(yapmadığı şeyler için) çocuğu suçlamak,bir an şımartıp bir an sınır çizmek,verilen sözleri tutmayarak hayal kırıklığı yaratmak,arkadaşlık ilişkileri kurmasını baltalamak,çocuğun düşünceleri ile alay etmek niyet ne olursa olsun çocuğu früstre edici (engelleyici) etki yaratıyordur.
Kitabın genel amacından bahsetmek gerekirse, nevrotik insanların genel insani çatışmalarını, kaygılarını ve acılarından bahsetmektedir. Başkalarıyla çatışmaları olduğu kadar en büyük çatışmayı kendi ile yaşar. Karen, nevrotik insanları psikanalistin bakmış olduğu neden sonuç ilişkisinden farkı bir bakış açısıyla bakar. Nevrozu sadece kendi yapısal özellikleri ile değerlendirmemiş, ayrıca çevresel ve kültürel faktörleri içine alarak özgün bir yapı oluşturmuştur. Ayrıca, Freud’un görüşlerinden nasıl ayrıldığını vurgular.
Karen nevrozun temelinde sevgisizlik olduğuna değinir. Çocuğun anne ve babadan yeterince sevgi almayışının nevrotik kişilik gelişimine neden oluşacağını düşünür. Fakat fazla sevgide kişiyi gelecek hayatta güvensizlik temellerinin oluşacağını gösterir. Bana göre de bu doğru bir sonuçtur, çünkü bebeğin en önemli ihtiyacı sıcaklık ve güvendir. Çocuk, güvene ve sıcaklık duyumuna tam olarak ulaştığı zaman kendini gerçekleştirmiş olur. Ve bu gerçekleşmediği ise, kişi bu doyumu hayatı boyunca arar. Aslında, aramakta olduğu sevginin yerine başka duygular yerleşir. Psikanalistler ise konuya farklı pencereden bakarak düşmanlık hislerinin çocuklukta bastırılırmış hisler sunucuyla oluştuğunu düşünür. Engelleme tabiî ki tek başına bir etken değildir. Düşmanlık duyguların bastırılması, korku, sevgi suçluluk duygular uyandırabilir. Duyguları bastırma çaresizlikten ileri gelir. Çünkü, çocuk yetişkinlere muhtaç bir varlıktır. Çocuk bireylerden aldığı onaylar ile pozitif bir şekilde gelişir. Bahsettiğimiz bu baskılama kültürden kültüre değişmektedir. Kültür bu baskılama seçimini kişiye bırakmaz. Yani, bazı kültürlerin etkisiyle kişi hislerini ve davranışlarını baskılamak zorundadır. Yoksa ayıplanır, aşağılanır, kişi kendini suçlu hisseder. Ve sonuçta bu baskılanma kişide kaygıya yol açar. Karen bu noktada, kaygının temellerinin sadece çocukluk temellerine dayandırılmamasını vurgular. Yani çocukluğu normal geçirmiş kişide de nevrozu ortaya çıkaracağını düşünür. Nevrozların kaygı yapısı temel yapı ile açıklanır. Temel kaygı kendinin yetersizliğinin, eksikliğinin farkında olmasıdır. Kişi kendine duyduğu bu güvensizliği başka insanlarda arar ve güven ilişkisi geliştiremediğinden kendinle çatışmaya girer. Ve kaygı oluşur. Ve bu kaygı ne kadar güçlü olursa geliştireceği savunma mekanizması o kadar güçlü olacaktır. Bu savunma mekanizması her kültürde farklı yapılanır. Bunların arasında güç daha belirgindir.savunma mekanizmalarındaki bu güç hem maddi hem manevi oluşur. Parası olan kişiler kendini daha güçlü hisseder, ve aşağılanma olasılık duygularını ortadan kaldırır. “kimse bana dokunamaz” düşüncesi hakimdir. Bu savunma mekanizması kişinin güvenliğini sağlayabilir. Sonuç olarak nevroz kişisel istekler ile toplumsal gerçekliğin çatışması her zaman nevroz ile sonuçlanmaz. Bu çatışmalar yaşamda gerçek kısıtlamalara yol açabilir. Bu çatışmalara savunma eğilimleri ortaya çıkarsa nevroz ortaya çıkar.
Karen, nevrotik kavramını kültürel öğeleri baz alarak açıklamaya çalışmıştır. Çünkü, insan davranışları ve tutumları, kültür ve çevre ile bağdaştırdığımız zaman bize normal bir davranış olup olmadığı hakkında bilgi verir. Örneğin, bazı ülkelerde şizofreniyi bir hastalık olarak değil de bir üstünlük olarak görmeleri buna verilecek en iyi örnek olur. Normallik kavramı, yalnızca kültürden kültüre değil, aynı kültür içinde zamana bağlı olarak da değişir. Bu değişikliğe örnek vermek gerekirsek, 20 ve ya 25 yıl önce genç kızların ve ya bayanların tek başlarına dışarıya çıkması uygun değilken şimdi biraz daha uygun bir hale gelmiştir. Sonuç olarak tüm insanlık için doğru olduğu kabul edilebilecek normal psikoloji yoktur. Tutum ve davranışlar her bir farklı kültür içinde belli bir kalıp olarak oluşturulur. ve bu kalıplar bize nevrozu daha iyi anlayabilmemiz için yol gösterir. Yani, nevrozu bu kalıplardan sapmış davranış ve tutumlarını bize açıklar. Freud ise nevrozu, biyolojik dürtü özelliklerine bağlayarak, çocukluk yıllarına bağlı etkenlerin etkili olup,olmadığını araştırır. Bahsettiğimiz bu çevresel faktörlerin nevroz yapısını tetikleyen özellikler vardır. Bunlardan birincisi, durum nevrozlarıdır. Durum nevrozları çocukluktan beri süregelen sinsi olarak kişiliği etkileyen uzun bir sürecin sonucudur. İkinci olarak, kitabın genel içeriğine fazla vurgu yapılmayan kişilik bozukluklarıdır. bu iki tip nevrozların ve çağımızın nevrotik kişilik kavramıyla bağdaşan yönleri nelerdir? Bağdaşan veya ayrılaşan özellikler nelerdir? Çağımızın getirdiği bazı durumsal özellikler nevroz yapı özellikleriyle uyum sağlar. Günümüzde bazı toplumlarda benzer davranış tutumları ile karşılanmaktadır. Bu tutumlar arasında rekabet sorunlar, başarısızlık korkusu, duygusal soyutlanma, başkalarına ve kendimize güvenememe gibi tutumlar baş göstermektedir. Bu kültürdeki insanların çoğunluğunun genellikle aynı sorunlarla karşılaşmak zorunda olmaları gerçeği, bu sorunların o kültürün özel yaşam koşulları nedeniyle ortaya çıktığı sonucunu akla getirmektedir. Antropologlar çevresel koşulların ve kültür etkiler üzerine çalışmalar yapılmakta nevrozon altında yatan nedenleri ile çalışmaktadırlar. Nevrozların geniş bir gözlem ve aile analizinden sonra bazı tutumların günümüz nevrozuyla karşılaştıracak olursak, sevmek ve sevilmek ile ilgili tutumlar, kendini değerlendirmek ile ilgili tutumlar, kendini kanıtlama çabaları ve saldırganlık gibi tutumlar nevrozda en göze çarpan özelliklerdir. Çağımızın nevrotik özellikleri en önemlisi sevmek ve sevilmektir. Kişi tabiî ki sevmek ve sevilmek ister fakat nevrotik insanlar bu isteği tutku halindedir. Özel kişiye karşı değil herkes den aynı sevgiyi beklerler. Bence bunun küreselleşmenin etkisi olarak görebiliriz. İnsanların birbirinden uzaklaştığı yuzyılda sevgiye dayalı hassasiyeti artırmıştır. Buda bize nevrotik hastalık mıymış gibi gözükür. Fakat, çevresel kosulların aynı etkiyi yapması nevrotik özellik olmayacağını düşünüyorum. İkinci özellik ise insanlara aşırı bağlılık ve iç güvensizliktir. Bu kişinin kendini aşağılık komplexe ittiği ve kendini yetersiz görmekten kaynaklanmaktadır. bu yersizliği değerli bie eşya ile ve ya antika eşya ile kapatıcaklarını düşünürler. ve saygınlığı para ile alıcaklarını sanarlar. Ve bazıları ise bunu daha bilgili olma ile bu yetersizliği kapatırlar. Üçüncü olarak ise kendini kanıtlama isteği, daha ön planda durma isteğinden kaynaklanmaktadır. Başkalarını yönetme isteği vardır. Nevrotik insanlar genellikle kendilerini kontrol edemedikleri için saldırganlık isteklerine engel olamazlar. Nevrotik insanların en önemli özelliği saldırganlık tutumlarıdır. Kendini kanıtlama eğiliminin tam tersine birine karşı çıkma, saldırganlı aşağılama, hakkına el uzatma gibi davranış eğilimindedirler. Bu tutumlar aslında diğer insanların devamlı olarak onlarla uğraştığı inancı ile sonuçlanmaktadır. Sanki insanlar hep onun hakkında kötü şeyler düşünüyorlar inancı geliştirirler.
Kaygı nevrozların en önemli özelliklerindendir. Kaygı ve korku arasındaki farkı belirtirsek nevrozdaki kaygının nedenlerini daha iyi anlayabiliriz. Korku tehlikenin var olduğu bir anda ortaya çıkar. Kaygı ise, tehlike ortada olmasa bile her an olacakmış gibi hissettiren durumlardır. Örnek vermek gerekirse, öğrencinin geçmiş başarısızlıklarından dolayı, gelecek sınavlarda düşük not alma kaygısı. Öğrenci çalışmıştır, fakat yinede kaygı söz konusudur. Kaygı bence öğrenilen ve öğretilen bir yapı ile ortaya çıkar. Kaygılı bir annenin kaygısız bir çocuk yetiştirmenin olasılığı çok düşüktür. Çünkü, çocuk ne yapıp neyi yapması gerektiğini çevreden öğrenir. Biz bilincimizde olmasak da aslında, kültürel etki söz konusudur. Cevre tarafından yapılması uygun olmayan bir davranış bizde kaygı yaratabilir. Aynı şekilde heyecanımızı artırabilir. Kaygılar hakkındaki bilinçsizliğimiz bizi o işten zevk almamaya götürebilir. Burda karen aslında başlarda hoşlandığımız davranışın neden sonradan hoşlanılmamaya çevirdiğini kaygı ile açıklamaya çalışır. Bu psikolojik olaylar iç içedirler. Sonuçta kaygının öznel bir etken içeren korku olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Karen kaygının temellerinde düşmanca dürtüler olduğuna değinir. Yani nevrotiklerdeki kaygının ana kaynağı düşmanca dürtülerden geldiğini düşünür. Düşmanca dürtüler kaygıyı direk yolla etkili değildir. Örneğin, kişi düşmanca davranışlarda bulunmak istemesi, ve bu isteğin benlik yapısına uyuşmuyorsa, bu kaygıyı gösteren etkilerdir. Bu düşmanca hislerin bastırılması kaygıyı ortaya çıkarmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir kişinin çok yardımsever biri olarak yardım derneğinde çalışır. Bu yardımseverliğin altında başarı hırs, ve düşmanca düşünceler yatmaktadır. Bu hislerin egoyu korumak için farklı duygular içine bürünür. Karen bu düşmanca hislerin korunmasını reflex olarak olduğunu düşünür. Bu reflexi şu şekilde açıklayabiliriz. Kişi kıskançlığın oluşturduğu bu düşmanca hislerinin altında aslında karşısındaki insanı çok sevmesi yatmaktadır. Kişi çok sevdiğinden ona güven duyar. Ve bu güvenliği kaybetmek korkusuyla bu reflex oluşur. Bu bahsettiğimiz bastırılmış duygular kaygı yapısını ortaya çıkarmaktadır. Kaygı, ilgili şeye değil başka yönlerde ortaya çıkar.
Nevrozlarda bu kaygı ve düşmanlık duygular birbirinden ayrılması. Etkileşim halindedirler. Freud ve Karen kaygı kavramının açıklanmasında farklı düşünür. Freud tamamen biyolojik olarak düşünür. Freud’a göre kişi içsel güdülerini bastırdığı zaman bu bastırma fizyolojik bozukluklar ile sonuçlanacağını düşünür. İkinci olarak ayrıldığı nokta, gerçekleşmesi mümkün olan dış tehlikenin ortaya çıkmasından korkmaktadır. Freud kaygı tek bir faktöre dayandırırken, karen kaygıyı çeşitli faktörleri de içine alır.
Bu anlatımlardan varacağımız sonuç ise, nevrotik hastalığı geçmişle kıyasladığımız zaman, toplumlarda daha normal bir hale gelmiştir. Nevrotik davranışlarının günümüzde gittikçe artması daha olağan olmasına neden oldu. Karen bu noktada, nevrotik özelliklerinin günümüzde her insanda görüldüğü üzerinde durmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder